Alacakaranlıkla aynı tınıya sahipti, o an'la,
kentin içinden gelen boğuk seslerle, ortalığı
aydınlatmaya başlayan ilk sokak lambalarının
loş ışığıyla dosttu.
Bahçıvan bir toprağa çiçek ektiyse açan çiçek de ona su vereni, herkes sıradan bir çiçek, deyip, üstüne basıp, geçerken onunla konuşanı, ezmeyi bırak, dokunmaya bile kıyamayanı bilmeliydi. Aybuke kendini hep kaktüs sanırdı. Ama belki de sadece bir fesleğendi. Yapraklarını narince okşayan alıyordu kokusunu. Ona ilgi duyana gösteriyordu gizli güzelliklerini. Tıpkı Süleyman'ın incitmeden, yıllarca yapraklara dokunup kokusunu almaya çalışması gibi.
Güçlü olabilmek için insanın kendini sevmesi gerekir; kendini sevebilmek için de insan, kendini derinlemesine tanımalı, kendi hakkında her şeyi, en gizli, kabullenmesi en zor şeyleri bilmelidir.
Gerilimin yüksek olduğu durumlarda çoğumuz zamanımızı, diğer kişiye tanı koyarak geçiririz. Tanı koymak gerçekten yararlı bir görüş sunma isteğini de yansıtabilir, ama genellikle, gizli bir suçlama ve kendini üstün görme şeklidir. Tanı koyduğumuzda, başka bir insanın gerçekte ne hissettiğini ya da istediğini, ya da, diğer bir insanın nasıl düşünmesi, hissetmesi ve davranması gerektiğini bilebileceğimizi varsayarız. Ama aslında bunları kesin olarak bilemeyiz. Kendi hakkımızda bile bunları bilmemiz yeterince zor.