Gökışık TK

Ruhunu sarsan düşünceler damarlarına en yakıcı ateşten daha tehlikeli bir zehir yayıyordu.
Reklam
“İbadet ehli bir mü’min; ahlaklıdır, güçlüdür, kültürlüdür, iş-güç sahibidir, akidesi pürüzsüzdür, ibadetinde titizdir, nefsiyle cihat eder, vaktinin kıymetini bilir, sevilendir, tertiplidir, insanlara faydalıdır, sosyaldir, dininin emrindedir.” (Allah hepimize böyle olmayı nasip etsin)
En kara günahları işletecekleri zaman şeytanlar, Bunu önce sevap diye yutturmaya kalkarlar, Tıpkı benim yaptığım gibi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hem güzel, hem akıllıysa bir kadın, bilir Güzelliği kullanılmak, aklı kullanmak içindir.
Siz kadınlar, sokakta güzelsiniz yağlıboya tablo gibi, Oturma odasında çıngırak, mutfakta yaban kedisi, Kabahatliyseniz azize, kızınca ifrit kesilirsiniz.
Reklam
Daha memeyi emmeden yaranmayı öğrendi, derler ya. İşte bu ve bunun gibi birçoklari bu soysuz çağın yetiştirmeleri hep. İşte böyle, zamanın havasından çalmayı bellerler ve hep benzerleriyle dolaşa dolaşa, bu tür tumturaklı sözler köpük gibi birikir ağızlarında. Aynı havadan tutturur giderler, sanki çok oturaklı sözler söylüyorlarmış gibi. Ama denemek için bir üflemeyegör, patlayıverir balonlar.
Olmak ya da Olmamak...
Var olmak ya da olmamak, mesele bu. Gözü dönmüş talihin sapanına, oklarına, İçin için katlanmak mi daha soylu, Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp Son vermek mi onlara? Ölmek, uyumak... Hepsi bu... ve bir uykuyla Binlerce doğal darbeye son verdik diyebilmek. Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi! Ölmek, uyumak.…. uyumak, belki rüya görmek. Ha! İş burda. Çünkü o ölüm uykusunda, Şu fani bedenden styrılip çıktığımızda, Göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez. İşte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine, Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine? Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine, Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine; Sabırla bekleyen erdemli kişinin, Değersiz insanlardan gördüğü muameleye, İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken! Kim katlanırdı, bu yorgun yaşamın yükü altında Homurdanıp terlemeye, Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı? Sınırlarını bir geçenin bir daha dönmediği O bilinmeyen ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp Bizleri, tanımadığımız dertlere koşup gitmektense, Başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı! İşte bunları düşündükçe Ödlek olup çıkıyoruz hepimiz, Ve işte böyle kararlılığın doğal rengi, Endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor; Bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar Bu yüzden yörüngesinden sapıyor Ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları. Hey, o da kim? Güzel Ophelia!... Peri kızı, dualarında benim günahlarımı da unutma.
Sayfa 114Kitabı okudu
… çarpıntıyla düşünmüyorum artık öleceğim saati merak etmiyorum cesedime ilk kimin dokunacağını …
Doktor çağırmak âdetti. Hastalar iyileşsin iyileşmesin doktor çağırılmalıydı. Ne hayat, ne de ölüm adını verdiğimiz kardeşi, doktorsuz olurdu. Hele ölüm... Yaşadığımız dünyada başında doktor olmadan ölmek adeta ayıptı. Bu ancak muharebe meydanlarında, insanlar toptan, binlerce, on binlerce öldükleri zaman olabilirdi. Çünkü ölüm aslında pahalı bir şeydi. Fakat bazen ucuzlar, herkesin olurdu. O zaman ne doktora, ne eczacıya, ne ilâca, ne de her hangi bir şefkate ihtiyaç olmadan insanlar birbirlerine sokularak, birbirlerini kucaklayarak, birbirlerinin içine geçerek, birbirleriyle en hususi taraflarını paylaşarak ölürlerdi. Fakat evinde, yatağunda kendine mahsus ölümle ölmek, bu muayyen kaideleri olan bir şeydi. Hafız, papaz, doktor, Kur'an sesi, eczacı havanı, gözyaşı, takdis edilmiş su, çan sesi... Ancak bunlarla ölüm tamamlanabilirdi. Bu insan kafasının tabitın nizamına eklediği bir şeydi. İnsanların arasında bu iş böyle olurdu. Vâkia tabiat bundan habersizdi. Bu ilâvenin varlığını bile bilmezdi. Tabiatın ölümu başka idi. O kozmik zamanı kendi içinde duymak, onun dağıtıcı pervanesi uzviyetinde ve ruhunda döndükçe, evvelâ hatıraları ve hafizayı, sonra duyumları ve duyuları perde perde kaybetmek, sonsuz boşlukta bu pervanenin hızına göre birbirinden uzaklaşan bir yığın zerreye dağılmak, işte tabiattaki ölüm.
Fakat bu son ümittir... Son ümit nedir bilir misiniz? Çok defa son ümit, temennilerimizin imkansıza akseden çehresidir!
Reklam
Daha ilk notalardan itibaren garip bir hasret duygusu binlerce ölümün arasından güneşe hasrete benzeyen bir özleme içlerini kapladı, sonra bu hasret duygusu hiç dağılmadan -Mümtaz karşısındaki Nuran’ı hep bu duygunun arasından görüyordu- garip ve sonsuz bir sonbaharda yaprak yaprak dağıldılar.
Biz sadece duadayız.Bilirsin, bazı tarikatlerde değil eser vermek kabrini üzerine adını yazdırmak bile iyi sayılmadı. İşte bu şarktı.
Biz şimdi bir aksülamel devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamiz bir yığın mukayeselerle dolu; Dede'yi Wagner olmadığı için, Yunus'u Verlaine, Bakî'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya'nın o kadar zenginliği içinde dünyanın en iyi giyinmis milleti olduğumuz hâlde çırçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımizin farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz.
Birtakım mekteplerimiz var; birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı âdet edindik. Bu çok güzel bir sey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak... O zaman ne olacak? Kriz...
“Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz seydir: asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!”
Ağlamak
Sabiha'nın iki türlü ağlaması vardır. Birisi çocuk ağlayışıdır; zorla ve ısrarla zalim olanların ağlaması. O zaman yüzü çirkinleşir, sesi acayip perdeler bulur, durmadan tepinir, hülasa, hodbinliği içinde her çocuk gibi küçük bir ifrit olur. Bir de gerçek kederle, çocuk kafasının anlayabileceği kadar olsa da, karşılaştığı zamanlardaki ağlaması vardır. Bu sessiz olur ve çok defa yarı yolda kalırdı. Hiç olmazsa bir zaman için gözyaşlarını tutardı. Fakat yüzü değişir, dudakları titrer, dolan gözleri insandan kaçardı. Omuzları birincisi gibi katılaşmazdı; adeta çökerdi. İhmal edildiğini, küçük düşürüldüğünü veya haksızlığa uğradığını sandığı, yahut da çocuk dünyasını, o her şeyin iyi ve dost olmasını istediği âlemi, sade mercan dalları ve sedef çiçekleriyle süslü, üst üste canlı âlemi etrafa kapattığı zamanların ağlayışıydı bu. Mümtaz, böyle zamanlarda yeğeni- nin kırmızı kadife kurdelesinin bile fersizleştiğini zannederdi.
Reklam
Eroine alıştırılan gibi kolay, hafif, sudan yazılara alıştırılmış okuyucu kitlesi için bu yazıların okunması ve anlaşılması bir hayli güçtür.
Herkesçe belllidir ki; Silah: Hak ve Namus korumak için yapılmış bir alettir. Hayatta insan, silaha nadiren muhtaç olur. Fakat olduğu zaman da ondan çok iş beklemelidir. Silahını eyi kullanmasını bilenler, dünyanın en cesur adamı olduğu gibi silaha güveni olmayanlar da , onu kullanmasını bilmeyenlerdir.
Otuz Birinci Kural
Hakk'a yakınlaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker; kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.
Boş Zaman Felsefesi
Spor yapan birtakım insanları izlemenin nesi keyifli hiç anlamıyorum,turistik yerlerden hiç hoşlanmam, dev bir kumdan kale yapılmayacaksa kumsalda takılmayı sevmem ve ünlüler ile siyasetçilerin yapıp ettikleri zerre umurumda olmaz. Ben böyle şeylerden değil, bir şey üretmekten zevk alıyorum. Daha doğrusu, problem çözüp bir şeyleri geliştirmekten.
Sayfa 156Kitabı okudu
Eve döndükten sonra ise en güzel anlardan biri, tüm ıstırapların ardından Tanrı'dan başka korkacak hiçbir şeyin kalmadığını fark ettiğin andır.
Sayfa 102Kitabı okudu
Zaman
Kampta küçük bir zaman dilimi, örneğin bir gün, işkence ve eziyetlerle dolu olduğu için sonsuz görünür. Daha uzun bir zaman birimi,örneğin bir hafta ise çok çabuk geçmiş gibi gelir. Kampta bir günün bir haftadan daha uzun sürdüğünü söylediğimde yoldaşlarım onaylamıştı. Zaman deneyimimiz ne kadar tezattı !
Reklam
Nüzhet Bana Yalan Söyledi
-Dünyanın hiçbir Nüzhet'i yalan söylememelidir- Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu;ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan... Zavallı mürahik...