Biz ölümün kucağına birdenbire düşmüyoruz, kucağına doğru yavaş yavaş yürüyoruz, diyordun. Ölmekteyiz her gün. Her gün yaşamımızın bir parçası kopup gidiyor bizden. Biz büyümekte iken bile geriliyor yaşamımız. Bebekliğimizi yitirdik, çocukluğumuzu yitirdik, sonra da gençliğimizi. Bugüne değin nice zaman geçtiyse, yok oldu gitti hepsi. Yaşadığımız bu günü de ölümle ortaklaşa yaşıyoruz. Nasıl ki su saatini yok eden, son su damlası değil de o son damlamadan önce akıp geçenlerdir, bu da tıpkı öyle; yaşamı bıraktığımız o son saat, tek başına ölümü sağlamaz, tamamlar sadece yaşamımızı.
Kendilerini ve işlerini düşüne düşüne düzene koyanların sayısı pek azdır. Geri kalanlar ise yürümezler, ırmaklarda yüzen nesneler gibi sürüklenir dururlar.
"İyi mi yaşadım?" diye soran yok. "Ne kadar yaşadım?" diye bakıyor herkes. Oysa iyi yaşamak herkesin elinde olabilir ama uzun yaşamak kimsenin elinde değildir!
Bütün düşüncelerinin yöneldiği amaç, derdin tasan, isteğin, tanrılara yakarırken dileyeceğin başka her şeyin ereği şu olmalı: "Kendi kendimden, kendimden doğan değerlerden memnun olayım!" de.