Seni az tanıyorum… Az…
Sen de fark ettin mi? Az dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi…
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Bilmesem de, öğrenmek için her şeyi yaparım, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir…
Nereden bilebilirdi insanoğlu? Varlığının sonuçlarını.
Hepsinin de yanıtı aynıydı: Hiçbir yerden…
Belki de bu sayede hayat devam ediyordu. Kimse, neye neden olduğunu önceden bilemediği için…
Herkesin öyle bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği… İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?
Geçmişten söz etmek, ben de kaybolma hissi uyandırıyor. Bir daha asla yolunu bulamama endişesi ile dolu kaybolma hissi. İç içe geçmiş o kadar çok şey var ki, birinden diğerine geçerken geriye dönmeme yol gösterecek kelimeleri de kaybediyorum.
Gece her şeyin üzerini örter, diye düşünür insan. Oysa gecenin örttüğünden çok hatırlattıkları vardır. Hatırlatırken sarstıkları, sarsarken suskunlaştırdıkları, suskunlaştırırken acıttıkları.
düşlerin amborgo yemiş bir ülkenin en tehlikeli limanında karaya vurduğunu söylüyor, takvim. bir yaprak daha koparacakmış, geçen bir başka günün elleri. buğulu bir sisin taşıdığı en sakin melodiyi kulaklara dolduruyor, siren seslerinin susuşu. yapayalnız olmak bir tokat atıyor, her saat tamı vurduğunda. ellere vuracak bir cetveli hazırlamış mihver devletler. boyunda asılı bir idam mangası ve bu kıyıdan uzaklaşacakken vurulmak kaçınılmaz.. tenine dokunmasını arzuladığı iki dalga kıyıya vurup gerisin geriye dönüyor okyanusa. dilini konuşmadığı insanlarla yan yana olacak mezarı. o ağır sis çökerken iyiden iyiye şakaklara, mırıldandığı şarkılar susuveriyor. karanlığın yakışıksızlığı bembeyaz siste çarpıveriyor göze..
Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz.
Önemli olan insanın kendisinden başkasına bakmayı bilmesi. O zaman biz de bir başkası olduğumuzu anlarız. İnsanın en büyük meselesi kendisini anlamlandırmasıdır şair.