Ey okur sen ömrünü nereye veriyorsun? Hiç ve her. Bu ikisi arasında gidip geliyoruz nihayet. Hem hiçiz hem her. Katıksız bir çocuk merakıyla soruyorum ey okur, sen ömrünü neye veriyorsun? Yormasın seni bu soru. Kızdırıp üzmesin. Küsecek bir şey yok. Kimin sebebi daha önemli ki! Yok öyle bir sebep. Çünkü ömür, kimseninki, o kadar da mühim değil
Kent meydanındaki saatin rakamlarına ‘’Artık zamanı gelmiştir’’ deyip ateşböceklerini ve dahi kelebekleri oturttular. Hiç konuşmadan yürüyüp gittiler karanlığa doğru. Sonra, ateşböcekleri ve kelebekler seni gördüler, sana geldiler. Akrep-yelkovan bırakıp dönmeyi, tembelliğe durdular. Yatıverdiler sere serpe. Sessizlikten ürktüler. Karanlığı ve sessizliği delen akrep oldu.
Akrep ile Yelkovan ’ın konuşmaları içre yazılandır:
- Ne zamandır soracaktım, sahiden yel mi kovarsın ki, yelkovansın?
- Merakımdır bağışla. Bunu neden sorarsın? Hiç sordum mu sana, neden akreptir adın? Hem kalma merakta, asıl adım Yelkokandır.
-Sen de bilesin ki, bende merak ettim, akrepliğim nedir diye? Serkisoflu büyükdedemin diyesi ki, adım Rep’tir. Su gibi akayım, tez koşayım diye, Ak Rep demişler, olmuş adım.
- Neden daha önce söylemedin? Korkup kaçmazdım senden bu kadar.
-Bırakmadın ki... Bilirsin her rakam başında, her köşe başında oturup beklemişimdir seni.
...
Konuştular, koklaştılar. Herşey durdu. Ve sonra, saat hep 12 oldu. Bir daha hiç dönmediler...
‘’Eksik olduğumuzu hatasız yapmaya çalışıyorduk, oysa o hüzün dolu eksiğimizi sadece hata yapabilme özgürlüğü ile tamamlanabilirdi.’’ Sen eğer yüzleşme cesareti gösteremezsen, bunun senin biricik destanın olduğunun farkına varmazsan, bunu ısrarla ıskalamaya devam edersen, bir kitapla, ağaçla, bulutla, yüzleşmezsen, onlar sana bir şey söylemezse, örselenmekten kaçtığın için örselenmiş saçma bir hayat yaşıyorsan, hayat sana öyle bir bela verir ki o zaman hemhal olup, yüzleşmek zorunda kalabilirsin.
Şu anda bir hayali olduğunu zanneden insanların çoğunun da aslında gerçekten hayali yok. İnsanların hayal olarak tarif ettikleri şeyler... Mesela Milli Piyango ona çıksın istiyor, ‘’Para benim hayalim.’’ diyor. Araç bu. Bir aracı hayal yerine koyuyor. Bunu hayal zannediyor.
Bu günahkâr yolculukta fazla değil, beş kişiydiler Bir ara içlerinden bir tanesi sormuştu, "Dönüşte yolumuzu bulabilir miyiz?” diye. Şimdi hatırlamadığı bir başkası ise acı acı cevap ermişti ona: “Dönüşü buluruz; ama Yolumuzu tekrar bulamayız!’’
Şimdi artık biliyorum ki, bütün yaşantımız içinde ancak bir/kaç kişiye böyle bir hak tanırız. Onu şımartır, yüz verir, alttan alır ve hatta ona teslim bile oluruz. O da bunu, zaten taa en başından bilmektedir. Eğer çok şanslı değilseniz, karşınızdaki şımarır, ipin ucunu kaçırır. Bin pişman olur, incinir, düş kırıklıklarıyla yaralanır ve acı çekersiniz sonunda. Bazan, çok ender olsa da şanslısınızdır ve bir mucize yaşanır. Çünkü, karşınıza dilinize akraba biri çıkmıştır. (Tanrım mucizeleri ne çok seviyoruz böyle!) O sırada kaç yaşında olduğunuzun kesinlikle hiç önemi yoktur. (Hayır yoktur!) Ve ben şanslıydım!
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun., bir zararı yok, burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri
(...) çünkü birini seviyorsanız sevdiğiniz kişi karşınızdaysa ve size bir şeyler soruyorsa, sorduğu her şeyi kendinizle ilintilendirirsiniz. Maymunların soyu tükeniyor dese, beni çok sevimli buluyor dersiniz. Everest ne kadar da yüksek dese, beni ulaşılmaz görüyor dersiniz. Karnım acıktı dese, ben onun iştahını açıyorum dersiniz. Allah belanı versin dese, beni seviyor dersiniz. Çünkü aşk böyle bir manyaklıktır, kendine has bir şifre çözücü sistemi vardır ve her şeyi canının istediği gibi kodlayıp öyle yollar beyninize. Ki beyin zaten dünden hazırdır her türden rezilliğe.