Zorluklar bizi yolumuzdan döndürmedi...
•Bizim aydın yazarlarımızın bir sürgün öyküsüdür gider. Edebiyat tarihimizde sürgüne gönderilmemiş kaç yazar, kaç şair var, iki elin on parmağını geçer mi sayıları? Ama sürgün var, sürgün var, Halikarnas Balıkçısı gibi sürgününü mavi sürgüne dönüştüren, bir bölgeyi doğası, denizi, insanı ile cennete çevirenler var. Hasan Ali Yücel gibi bütün bir ulusu eğitim ve kültür yoluyla kalkındırmak için insanüstü bir çabaya girişip de sonra “komünist” diye atılanlar, suçlananlar, üstünden ölüm ve yıllar geçtiği halde, kadri hala bilinmeyenler var. Tonguç gibi, az gelişmiş ülkelerin hepsine örnek olabilecek, milliyetçinin milliyetçisi kurumları gene insanüstü bir çabayla kurup da, milyonlarca köylüyü aydınlığa ve yararlığa kavuşturmak üzereyken, kiminin “faşist”, kiminin de “solcu”, suçlamasına uğrayanlar, işinden de ülküsünden edilerek süründürülenler var. Sabahattin Eyuboğlu gibi, aydınca düşünen, aydınca çalışan ve büyük iş görenler var, binbir çeşit yapıtı ortada, herkesin gözü önünde iken komik suçlamalarla ömrü kısaltılanlar, bugün bile saldırıya uğratılanlar var. Var oğlu var, saymakla bitmez. Gerçek şu ki, bu aydınların hiç biri umuda fazla önem vermeden işlerini görmüş, sonra da çekip gitmişlerdir. Yaptıkları iş bu milletin yuğurulmakta olan uygarlık ekmeğine maya olarak girmiştir nasıl olsa. Onlara bu kadarı yeter. Diyeceğim şu ki, gerçek aydının umutla alışverişi pek yoktur. Başa geçenlerden kendilerine umut vermelerini değil, kendileri gibi iş görmelerini isterler, beklerler. O zaman umut çabucak güvene dönüşür, insana da yaraşan budur.
Sevgi Yönetimi’nde bunları söylüyordu sürgün için sevgili Azra Erhat. Kitabı bitirir bitirmez aklıma hemen onun bu sözleri geldi, kendi açımdan sürgünlük konusunu açıklar nitelikte olduğundan böyle bir başlangıç yapmak istedim.
Eğitim ve aydınlanma tarihimizin dönüm noktalarından olan köy enstitülerinin yetiştirdiği bir eğitimci ve yazardır Behzat Ay. 1950’lerden itibaren pek çok türde eser veren Behzat Ay, ne yazık ki uzun zamandan beri unutulmuşluğun kalın sis perdesi altında kalan bir yazarımız. 1999 yılının 9 Temmuz’unda yitirdiğimiz Behzat Ay’ın tüm eserlerini yeniden gözden geçirmenin, onların günümüz edebiyatı içindeki yerini belirlemenin zamanının gelip de geçtiğini görüyoruz kendisini okuyunca.
Maalesef üzülerek söylüyorum ki Sürgün Behzat Ay’ın okuduğum ilk kitabı. Sağ olsun Sultan hocam sayesinde okudum bu içimizi burkan kitabı... son da olmayacak ilerleyen günlerde diğer kitaplarını da okuyacağım.
Devrimci, halkçı yönü ve bu doğrultudaki yazıları nedeniyle cezaya uğradı; görevi müfettişlikten öğretmenliğe indirilerek kış ortasında Siirt’ten Erzincan’a sürgün edildi Behzat Ay. Bir dönem sürekli izlendi. Tüm bunların kurgusal bir yansıması aslında Sürgün kitabında yazdıkları.
•Neyi, kimlerden gizleyebiliriz? Gizlemekle ne yarar sağlayabiliriz? Gerçekleri bilip, ona göre çalışmamız gerekiyor. Bunu yapmakla zorunlu olanlar, gerçekleri iyi yönde degiştirmekle görevli kılınanlar, görevlerini yapmalıdırlar. Görevlerini yapacaklarken, bizim aydınlık dolu düşüncelerimizden rahatsız olup, bizi baskı altına alırlarsa, bizi yıldırma çabalarına girerlerse, bizi sürgün ederlerse, bize kıyarlarsa olumlu bir iş yapmış olmazlar. Karanlık düşünce budur işte. Karanlıkta da yarasalar egemen olurlar. Yapılması gerekeni yapmayıp, böyle şeylerle oyalanırlarsalar, bilerek kotülük yapmış olurlar. Ve de geri kalmışlıktan kurtulamayız. Geri kalmış olduğumuzu bildikleri halde, bunu söylemeyi suç sayan anlayış, bu durumdan kurtulmamızı istemiyor demektir. Yani geri kalmış olmamızdan onlar yararlanıyor demek olur...
Bakın ne güzel ne açıklayıcı yazıyor vaziyetimizi Behzat Ay. Bize kıyanlar bizi sürgün edenler işte bunlar geri kalmışlığımdan yararlanıyor demektir... Eli kalem tutan her ilerici gibi yaşanan acılıkları tarihe not düşme isteği gördüğümüz üzere Behzat Ay’da da kaçınılmaz olmuş. Zaten içinde biraz vicdan varsa istese de tutamaz kendini insan. Koltuk sevdasına makam sevdasına yenilmeyen her insanın bir hikayesi, hem de roman olacak bir hikayesi vardır. Sınıflı toplumların o iğrenç acımasızlığında aksini düşünmek sanırım aptallık olur. İşte Behzat Ay’ın Sürgün’ü de bu tanımın dışında değil.
Sürgün zamanlarında yazarların, eğitimcilerin benzer bir dramı yaşadıklarını daha doğrusu paylaştıklarını görürüz hep. Geçmişte hayatlarını hiçe saymaları, sırf insani nedenlerle ve kendilerini düşünmeksizin ortaya koydukları delice cesaret, sonsuz güven ve bağlılık duygusuyla birlikte yaşamalarının, haksızlığa başkaldırmalarının ortak noktası aynıdır: insan olabilmek, insanca yaşayabilmek, bundandır hep.
İnsan haksızlık karşısında ayağa kalktığında, kurulu düzene baş kaldırdığında, kendisi için hiçbir talebi olmaksızın insanlığın sorunlarına çare olacak girişimi başlattığını sanıyordu. Bu girişim elbette ki doğru ve meşru idi fakat bir o kadar da çözümsüzdü. Çünkü sadece tepki göstermek yetmiyor, sorunları çözmek gerekiyor. Ve bizler bundan uzağız, çünkü ezici çoğunluğumuz bilinçli değil.. Bırakın çözüm yollarını, sorunları dahi tam bilmiyoruz biz üstesinden gelemeyiz deyip köşeye çekiliyoruz. Sorunlar aslında gözümüzün önünde. O sorunları çözmek isteyen, halkı aydınlık yarınlara ileriye götürmek, bu sefilliğin bozuk düzenin içinden çıkarmak isteyen işte bu yazarlar bu yüzden sürgün edildi...
Bizi doğrudan ilgilendirmeyen sorunlara karşı gösterilen duyarlılık ve tavır, o kişi ve grupların gelişmişliğinin de ölçüsüdür. Kişisel, mesleki ve grupsal çıkarların ötesinde başta insanlar olmak üzere canlıların ve doğanın her türlü sorununu kendi sorunu yapan ve bunların çözümü için her türlü fedakarlığı göze alan insan, işte geleceği birlikte kurmamazı yönlendirecek kişi demektir. Bu doğrultuda yaşayan insanları ne yapsalar yılmayacaklardır.
Biz de yeter ki gördüğümüz haksızlık karşısında susmayalım, sinip daha da sessizleşmeyelim. Sesimiz gür çıksın, bizi karanlığa esir etmek isteyenlere, sürgüncülere karşı yıkılmayalım. Ve umarım bir gün bu düzenin değiştiğini görelim ..
Keyifli okumalar dilerim, kitabı herkesin okumasını isterim.
Sözlerime Sabahattin Ali’nin Markopaşa'da bugüne kadar ışık tutam şu satırlarıyla son vermek istiyorum, şöyle demekteydi: "Biz, fikirlerimize düşman olanlarla her şekilde mücadeleye hazırız: Yazı ile, sözle, gazete çıkararak, kitap neşrederek, mahkeme karşısına çıkarak ... Hatta hapse girerek ... Memleketin ve milletin hayrına olduğuna inandığımız fikirleri her zaman ortaya dökeceğiz, hiçbir şeyden yılmayacağız. Çünkü halkın bizimle beraber olduğunu biliyoruz. Şimdiye kadar bu uğurda nasıl savaştığımızı herkes gördü, anladı: En sinsi iftiralara, en barbarca taarruzlara uğradık, matbaalarla, mürettiphanelerle, bayilerle uğraştık. İnsanı canından bezdirecek zorluklarla karşılaştık, fakat davamızdan bezmedik. Tehditler bizi yıldırmadı, zorluklar yolumuzdan döndürmedi."