Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor.
Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan, Atatürk ilke ve
devrimlerinin sahibi ve takipçisi, aydınlanmacı, tam bağımsızlıkçı,
sömürünün her türüne karşı, evrensel barıştan yana, yurtsever,
ilerici,çağdaş,ulusalcı kesim var.
Ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler. Ülkenin elden gidişini sessiz
çığlıklarla izliyorlar. İşlerini ve işyerlerini kaybedenler, üniversite kapılarında bekleyenler, sefalet sınırının altında yaşayanlar, ülke güvenliğini sağlamaya
çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler, Mumcular, Üçoklar, Aksoylar,
Kışlalılar ve olup-biteni izleyen milyonlarca örgütsüz, dağınık Türk yurtseveri!..
Karşı tarafta ise, ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye,
yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya, din devleti kurmaya ve
halkın dinsel inançlarını sömürmeye, hatta Cumhuriyet’in başına numara
koymaya kararlı, zengin, güçlü, dış destekli, örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileri
ile peşlerinden sürükledikleri ulusal bilinçten yoksun diğer bir kesim!..
İşte “Köstebek” adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara dönemde,
devletimizin altının nasıl oyulduğunun, nasıl zaafa düşürüldüğünün binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor: Türk Devleti’nin istihbarat birimlerine
sızmış, kadrolaşmış fethullahçıları!..
Şeyhleri A.B.D.’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet Güvenlik
Mahkemesi’nde yargılanan; C.I.A., MI6 ve BND gibi yabancı ülke istihbarat
örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli görevi kendileri
ile mücadele etmek olan istihbarat birimlerinde kadrolaşabileceğini, devletin
gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek düzeye gelebileceklerini
kim tahmin edebilir ki? “Köstebek”, bu ihanet öyküsünün adıdır.
Siz, hiç fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden
ya da onlarla uğraşan bir PKK’lı, Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist
ya da bir TÜSİAD üyesi ya da bir siyasal parti lideri ya da bir ikinci cumhuriyetçi
ya da bir azınlık mensubu ya da misyoner ya da Hükûmet üyesi ya da bir
Başbakan gördünüz mü?
Nitekim, fethullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı
olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş
bir İçişleri Bakanı, bir Emniyet Genel Müdürü ve bir M.İ.T. Müsteşarı da
göremezsiniz, gösteremezsiniz!..
Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini sağlayamayan, sızıntılara engel
olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!.
Bu sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır;
ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, farketmemiş gibi yaparsınız veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!..
*Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Öğretim Görevlisi Dr.Necip Hablemitoğlu 05.08.2002 Çankaya-AnkaraKitabı okuyacak