Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Soruların Peşinde: Vaktimize Ne Oldu?
Mesele soru sormaktan ziyâde doğru soruları doğru mevzilere müteveccih kılmak demiş idik geçtiğimiz yazımızda. Bu topraklarda Hristiyan takviminin ikâmesinin, insanoğlunun içerisinde bulunduğu ve amellerini tâyin ederken kıstas kabul ettiği zaman ölçüsünün neden ekserisi Müslüman olan bir ülkede vukuu bulduğu ve vaktimize ne oldu sorusunu esas ittihaz etmek istiyorum bu yazıda. Hristiyanlar 0'ı milat olarak kabul edip daha doğrusu kendilerince Hz. İsa aleyhisselamın doğum tarihini sıfır addedip bir vakit tayininde bulunuyor, kendi vakit anlayışlarını merkeze alarak meselelerini hallediyorlar. Bunu yaparken yâni vakitlerinin sınırlarını tayin eder iken kendi sabitelerini merkeze koyuyorlar. Aynı şekilde Hristiyan'ların Hz. İsa aleyhisselamı kendi mevzisinden yâni peygamber olmaklığından dışarı taşırıp ona eziyet ettikleri ve hatta ahirette Hz.İsa'ya ona yapılan bu eziyetin bir soru olarak sorulacağı hadis kaynaklarımızda da geçmekte. Hz. İsâ'yı ilah addetmek elbette ona zulmetmektir. Çünki adalet eşyayı mevziisine koymaktır. Olması gereken yere yâni. Bir Peygamber'e uluhiyet atfetmekse onu mevzisinden taşırmak ona zulmü reva görmektir. Hristiyanların yoldan sapmış olduklarını bildiğimiz halde, ve dahî Müslüman olarak günde en az kırk defa onların yollarına sapmaktan Rabbimizin bizi koruması için dua ettiğimiz halde ne diye vakit tayinimizde ecnebilerin peşinden gidiyoruz? Allah Rasûlü'nün hicreti bizim için mebde olmaklık noktasında nakıs mı kalıyor? Yoksa kapıldığımız "seyl-i hurûşanın ahengi" mi bize bunu emrediyor? İsmet Özel'in himayesinde çıkarılmış olan Çelimli Çalım dergisinin 11.sayısında Gökhan Göbel şu soruyu sorarak bizi mühim bir noktaya çekiyor: "Bugün Türkiye'de hafta tatili iki gün: Birisi Yahudilerin kutsal günü olan Cumartesi, diğeri Hristiyanların kutsal günü olan Pazar. İstiklal Harbi'ni Yahudiler ve Hristiyanlar mı kazandı ?" Merhum Aliya İzzetbegoviç'in şu sözü meseleyi hulâsa ediyor sanırım: "Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir." Ölmek çünkü hayatın yaşanılmaya değer, özünü korumaya değer bir tarafları olduğunu, ve buradaki hayattan kastın kendi çizdiğimiz hayat olduğu, bizi biz yapan çemberin içerisindeki alanın kıymetli olduğunun ifadesidir. Uğrunda ölünecek bir şey varsa, kendisine ölüm kadar kıymetli bir bedelin raptolduğu korunması gereken birtakım şeyler manzumesi vardır. Ölüyoruzdur çünkü muhafazasına memur olduğumuz şeyler bize uğrunda ölünecek kadar kıymetli şeyler olarak görünüyordur. Meselenin menbaı, uğrunda öldüğümüz şeyleri bize terkettiren ne idi sorusunda kilitlenmiştir. desek yeridir. Bu kilidi açmağa kalkmak kolay olmadığı gibi muhakkak bedel ödenmeye de matuftur. Zaten uğrunda bedel ödenecek kadar kıymeti olmayan bir şey için yol almak aklı selimin işlerinden değildir. Hz.Peygamber aleyhisselam bir hadis-i şeriflerinde "Kim bir kavme/topluluğa benzerse onlardandır." buyurmuştur. Benzeyiş zahirde olduğu gibi bâtında da vukuu bulur. Bâtın sahih kaldıkça zâhirdeki eğretileşmeler her zaman ıslaha müsait bir yapı arzederler. Ancak bâtın yâni öz bir kere fesada uğramışsa, o ıslah olmadan zâhirin ıslahı insanı ancak münafıklığa kadar götürür. Münafıklık yâni iç ve dışın çarpışması ve bu çarpışmada için bâtıllığına karşın dışa hak makyajı yaparak ayakta kalma uğraşı… Bu topraklarda cereyan eden değişimler içe mi dışa mı yönelik idi siz karar verin. Yahut dışa yönelik olan ve cebren gerçekleşen bir takım şeyleri aslına irca etmek için ayakta kalmamız, özümüzü muhafaza etmemiz gerekirken özümüzün ne zaman fesâda uğradığını bir düşünün. Hep beraber düşünelim. Kendimizi olanlardan beri kılarak, masuma çekerek değil. Bu topraklarda bir takım şeyler olurken ben nerede idim, ve şimdi aynı topraklarda süregelen ruhsuzlaşma her geçen gün doğru olan şeyleri kuruturken, çölleşme etrafımızı bu kadar sarmışken tam olarak şimdi neredeyim? Hâlimden memnun, öncelediklerimle rahat bir hayat peşinde mi, rahatsız olamadıklarım için rahatsız olarak en azından kendi kalbimin dirilişini tutuşturma arefesinde mi? Soralım, birtakım sorular soralım ki bugüne değin sorun olarak önümüze koymadıklarımızı nerede sorun olmaktan çıkardık bunun bilgisine sahip olalım. Uyuyorsak bir takım şeylerin bizi uyandıracağı umuduyla harekete geçebiliriz, ama uyuma taklidi yapıyorsak çığ düşse bize ne diyeceğizdir. İddia sahibi olmadan, salahsız ıslahın mümkün olmadığının idrakinde evvela kendi soru ve sorunlarımızla başbaşa kalalım. Ötesi Allah'ın lütfuyla olacak vaktine rehin olmuş işler. Mesela içerisinde bulunduğumuz hicri aydan bihaber isek, ve tevellüdümüzün hicren ne vakte denk geldiği sorusu bizi bugüne değin ilgilendirmediyse evvela bunlardan haberdar olalım. Yola çıkmak belki yolda kalmayı garanti etmez ama yolda kalmak için de bu adım atılmadan yolda kalınamaz. Kadim deyişimizle biz zaferle değil seferle mükellefiz. Öyle ise seferimizi hemen başlatabiliriz.
··
75 görüntüleme
Fâtih okurunun profil resmi
önceki yazımız falan deyince insanlar ne ayak bu falan diye düşünebilir tabii. Kafakalem.com'da bi süredir köşe yazısı yazmağa uğraşıyorum. Ordaki önceki yazıya atıfla başlıyor yazı: kafakalem.com/yazar/fatih-tekin
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.