Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

323 syf.
10/10 puan verdi
Pandeminin başlarında, National Theatre her hafta sahnelenmiş bir eski oyunu Youtube üzerinden ücretsiz erişime açıyordu. Bir hafta süreyle ücretsiz yayında olan bu oyunların içinde Benedict Cumberbatch’li Frankenstein da vardı. Oyunu özellikle Benedict Cumberbatch’le anıyorum çünkü Yaratık rolünde öyle göz dolduran bir performans sergilemişti ki bulabilirseniz Youtube’dan parça parça da olsa oyunun sahnelerini mutlaka izlemenizi öneririm. İzlediğimde oyundan o kadar etkilenmiştim ki içimden “iyi ki böyle bir dönemdeyiz de bu oyunu izleyebildim” diye geçmişti. Tabi bahsettiğim zamanlarda Türkiye’de henüz vaka görülmemiş, ortalık süt limandı. Sonra kademe kademe mahvolduk. Benedict Cumberbatch’e hayranlığım Patrick Melrose dizisinden geliyor. Açıkçası oyunu da Frankenstein diye değil, kadroda B.C. var diye izlemeye karar vermiştim. Öncesinde Frankenstein’ın ne kitabını okumuş ne de sinema uyarlamalarını izlemiştim. Ama bu uyarlamaları izlemiş çok kişi vardır ve bu sebeple süregiden bir yanılgıyı, önceki incelemelerde düzeltildiği gibi, ben de düzelteyim: Frankenstein, görüntüsüyle insanda tiksinti uyandıran ve kan donduran cinayetler işleyen yaratığın değil, o yaratığı yaratan yaratıcının ismidir. Kitabın konusuna gelirsek Victor Frankenstein araştırmaya ve öğrenmeye meraklı bir bilim insanıdır. Olayların başlangıcında henüz bir öğrencidir ve yaptığı uzun araştırmalar ve daha önce kimsenin bulamadığı bir bilgiyle, parça parça topladığı ve insan biçimi vermeye çalıştığı ölü et ve kemik yığınına can vermeyi başarır. Ama canlanan bu devasa yaratığın görüntüsü öyle iğrenç, korkutucu ve tahammül edilemezdir ki Frankenstein ondan derhal kaçar. Yamalanmış ceset parçalarından oluşan bedenine rağmen, yeni doğmuş bebeğin masumluğunda ve savunmasızlığındaki Yaratık bir başına hayatın orta yerine bırakılmış olur. İnsanlarla yaşadığı birkaç karşılaşmada aldığı tepkiyi gören Yaratık, insanlardan uzak durması gerektiğini yoksa zarar göreceğini kavrar (o görüntüde birinin öcü muamelesi göreceğini tahmin edersiniz). Sonrasında evlerinin çok yakınına sığındığı bir olukta, üç kişilik bir aileyi izleyerek lisanı, duyguları, okuma-yazmayı ve insana özgü başka her türlü şeyi öğrenerek “büyür”, zihnen olgunlaşr, düşünün ve sorgulayabilen bir varlık olur. Oandan itibaren de acı ve ıstırap başlar çünkü izlediği aile, birbirlerine sevgi ve şefkatle bağlanmış, üzüntüde de mutlulukta da hep beraber olan bir ailedir. Ama o bir başınadır. Nerden geldiğini, kendisinin de bir ailesinin olup olmadığını, neden yapayalnız olduğunu merak eder. Ve can bulduğu ilk gün üstüne geçirdiği Frankenstein’in paltosunun cebinden bazı notları okuyarak yaratıcısına ulaşır. İşlerin asıl kızıştığı, ölümlerin ve kovalamacanın başladığı kısım tam bu nokta olsa da benim buraya kadar olan kısımla ilgili söyleyecek çok şeyim var. Yaratık demekten hoşlanmadığım ama başka nasıl isimlendireceğimi de bilmediğim varlığın insanlaşma sürecini yukarıda çok üstünkörü anlattım. Frankenstein çok bilinen bir eser ve üstüne yazılmış onlarca tez, etrafında dönen bir dünya tartışma olmuştur. Henüz detaylı hiçbir okuma yapmadım ama burada Yaratık’ın terkedilmişliğini fark edip isyan etmesini; Tanrı’nın insanoğlunu dünyada bir başına bırakmasının bir metaforu olarak görenler olduğunu okudum. Ben burada sadece ve sadece (hikâyedeki yaratıcı Frankenstein tabii ki erkek ve kimsenin ondan bir anne şefkati göstermesini beklediği de yoktu) annesinin ilgisinden ve şefkatinden mahrum bırakılmış ve görünüşü yüzünden herkes tarafından her fırsatta dışlanmış bir insansının nasıl canavarlaştığının aşama aşama kaydedildiğini gördüm. Üstelik tüm hikâye, Yaratık’a kin ve nefret besleyen Frankenstein’ın ağzından anlatılmasına rağmen. Bu hikâyeyi okuyup da, işlediği tüm cinayetlere rağmen Yaratık’a acıma ve hatta şefkat duymayacak kimse olabilir mi? Bu dışlanmışlığı ve terkedilmişi bir yazar Mary Shelley’den daha güzel anlatabilir mi? Biz sevgiyi de nefreti de güveni de kuşkuyu da ilk etapta aile evinde öğreniyoruz. Bu hikâyede tüm bunları öksüz, köksüz bir yaratık, tüm mahrum bırakılmışlıklarına rağmen kendi başına öğrenmeye çalışıyor. Başlarda nerdeyse en iyimiz kadar iyi bir insan, hatta bizden de daha iyilik dolu bir insan olmuştu. Ama yaratıcısıyla karşılaştığında ve onun tarafından da hor görülüp aşağılandığında içi öfkeyle doldu. Tüm taşkınlıklarının, acı intikam arzusunun sebebi kendi yaşadığı, yaşamak zorunda bırakıldığı acıydı. Defalarca kez “madem beni bir başıma bırakacaktın, madem bana sahip çıkmayacaktın, beni neden yarattın” diye sorup duruyor. Haklı olarak Frankenstein’a kin güdüyor ve sonrasında olanları burada anlatmayacağım ama (benimki dışında tüm incelemelerde sonrasıyla ilgili detaylı bilgi edinirsiniz) en nihayetinde (bu noktada SPOILER uyarısı vermem gerekiyor mu? :D) Yaratıcı da Yaratık da acı ve kederle dolu bir yaşanmışlığı geride bırakıp göçüp gidiyor. Okurken Frankenstein’a da hiç mi acımayıp hak vermedim? Tabii ki onun için de üzüldüm ama yarattığın şeyin sorumluluğunu almak, hele bu bir çocuksa onu koruyup kollamak zorundasın. “Ebeveynlerin günahları çocuklarının nevrozudur” cümlesi geliyor yine aklıma. Bence annesinden (bu hikâyede yaratıcı Frankenstein’dan) sevgi ve ilgi görmüş kimse durduk yere canavarlaşmaz.
Frankenstein ya da Modern Prometheus
Frankenstein ya da Modern PrometheusMary Shelley · Can Yayınları · 201813,9bin okunma
·
81 görüntüleme
RYHN okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim. 🤗📚 inceleme de çok başarılı olmuş. Iyi okumalar...🥀
Bahar okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim.
RYHN okurunun profil resmi
Hangi yayınevinden okudunuz? Can Yay. Mi? Benim de sıradaki kitabım bu olacak sanırım 😊 pek cok yayınevinde basılmış ama karar veremedim çeviri konusunda.
Bahar okurunun profil resmi
Evet Can. Kesinlikle Can Yayınevinden okumanızı öneririm. Kitabı bitirdikten sonra çevirmenle sohbet etme imkânım da oldu. Duygu Hanım'ın en çok titizlendiği, üstüne titrediği çevirilerinden biridir.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.