Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

64 syf.
·
Puan vermedi
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan
Negatif diyalektik; tez+ antitez formülünün bir sentezle değil de bir olumsuzlamayla veyahut bir karmaşayla son bulmasıdır. Tıpkı bir virüs ve bir insan hücresinin birleşiminin patoloji olarak adlandırılması gibi. Fakat immün sistem sayesinde virüs mağlup edilip, insan hücresi bağışıklığını artırmış bir şekilde savaştan çıkar. Bu olumsuzlamanın olumsuzlanmasıdır. Bağışıklık meydana gelmiş ve kişi dışarıdan gelecek daha büyük bir saldırıya karşı kendini korumaya almıştır. 21. yüzyıla kadarki psikolojik hastalıklar negatif diyalektik mantığıyla etkili oluyordu. 21. yüzyılın psikolojik hastalıklarına baktığımızdaysa bu durumun tersine döndüğünü görüyoruz. Çağımız psikolojik hastalıklarını pozitif diyalektikle değerlendirmek daha doğru. Bu olması her ne kadar iyi bir şeymiş gibi görünse de mevzubahis pozitiflik, ölçünün kaçırıldığı aşırı pozitif bir tabloyu ifade eder ve artık faydalı olmaktan çok uzaktır. Aksine patolojik sonuçlara gebedir. Çünkü pozitifliğin ifrat derecesinde fazla olması negatiflikten daha az zararlı değildır. Şiddetin ve düşmanın soy kütüğü her zaman aynı olmayabilir. Kimi zaman bizden kaynaklı sebepler şiddetin öncülüdür ve dışsal kaynaklı şiddetten daha büyük tahribatın habercisidir. Bilakis, bu sefer düşmanın varlığından haberdar olmayan immün sistem (çünkü düşman dışarıdan değildir, sisteme içkindir) tehlikeye karşı uyarılamaz. Savunmasız kalan bünye hastalığa şiddetli bir şekilde tutulur. “Aynının hüküm sürdüğü bir sistemde direnci kuvvetlendirmenin manası yoktur.” (s.13) Çağımızın en sık karşılaşılan psikolojik bozuklukları: dikkat eksikliği, depresyon, hiperaktivite, tükenmişlik sendromu,… Hiçbir şeyden tatmin olmayan doyumsuz bünyelerimiz; aşırı performans, aşırı tüketim, aşırı iletişim gibi pek çok aşırıdan kaynaklanan pozitif zehirlenmenin sonucu olarak psikolojik çöküşe geçmekte. Bir günü kapasitesinden fazla doldurmaya çalışmamız, daha önceki siparişin kargosu gelmeden yeni siparişler vermemiz, binleri aşan takip sayılarımıza yetişememiz bizi ruhen yıpratıyor. Maalesef ki bu patolojinin kaynağı dışarıdan olmadığı için sisteme içkin bu tehlikeye karşı immün sistemimiz tepkisiz kalıyor. Birkaç yüzyıl öncesinde gidildiğinden insanlara bir şeyler yaptırmak için baskıcı yönetimler gerekiyordu. Bireysel özgürlüğün tavan yaptığı günümüz toplumuna bakıldığındaysa baskıcı olmak oldukça zor. Bugünün insanına bir şeyi zorla yaptırmak güç. Fakat doğru teknikler kullanıldığında çok kolay bir şekilde teşvik edilebilir, yönlendirilebilir hatta sistemin istediği şeyi kendi isteğiymiş gibi lanse edebilir. Bu sayede eskiden silah zoruyla çalıştırılan ve her an isyan çıkartma tehlikesi olan toplumdan, kendi isteğiyle çalışan kölelere(!) dönüşüm gerçekleşir. Günümüzün sihirli kelimesi: performans. Performansını artırması sonucu ödüller alacağı hayaliyle motive edilen insanın çalıştırılması için sırtına kamçıyla vurmaya gerek yoktur. O, bireysel özgürlük sandığı köleliğine, sahibinden daha fazla bağlıdır. Zaten hayal ettiği ödülse yılın geri kalanında daha verimli çalışabilmek için yapacağı birkaç haftalık tatildir. Onun için hafta sonu bir amaç değil, sonraki hafta daha verimli çalışabilmesi için dinlenebileceği bir araçtır. “Performans öznesi, itaat öznesinden daha hızlı ve üreticidir.”(s.19) Performans öznesi, patronuna kendini kanıtlamak için doyumsuz bir üretim sevdasına tutulur. Çünkü eskiden itaat toplumundaki yasaklar ve kurallar, günümüz insanı için bir mesuliyet ve gereklilik olarak algılanmaktadır. Şüphesiz bu sistem, disipline edilerek sömürülen bir toplumdan daha verimlidir. Çünkü performans toplumunda av ve avcı aynı kişidir. Sömürü, insanın kendisini sömürüsüdür, işin yüceltilmesi ve performansın abartılması yoluyla uygulanır. En tehlikeli yanıysa özgürlük hissiyatı vermesidir. Özgürlük iddiasında bulunan ama sistemin istediklerini kendi arzuları sanarak yapan insan, herhangi bir alanda egemenlikten oldukça uzaktır. Benliği için değil, işi için var olan insanın yukarıda bahsi geçen hastalıklara yakalanmaması neredeyse imkansızdır. Kendisine koyduğu azami hayalperest sınırlara ulaşamayan insanın isyan çığlığının adı, depresyon ve tükenmişlik sendromudur. “Depresif bireyin hiçbir şey mümkün değil çığlığı ancak her şeyin mümkün olduğuna inanılan bir toplumda mümkündür.”(s.21) Azami performans kaygısı sonucu artan iş yükü, yapılacaklar listesinin dolgunluğuyla karşımıza çıkar. 24 saate sığmayacak kadar fazla işin, bir günde yapılmaya çalışılması insanüstü bir çabayı zorunlu kılar. Bu kadar fazla iş arasında parçalanan insan, problemi aynı anda birden fazla şey yaparak çözmeye çalışır. Modern toplumun kazandırdığı kavramlardan biri de işte bu manaya gelen multitasking. Multitasking’in modern toplumun sonucu olması, onun bir gelişim göstergesi olduğu manasına gelmez. Hatta modernlik iddialarımızın bizi geriye götürdüğünün de bir kanıtıdır. Çünkü multitaskingin tabiatta görüldüğü tek yer vahşi doğadır. Hayvanın uyurken veya yemek yerken saldırılara karşı temkinli olmak için kullandığı bir yöntemin adıdır. Halbuki insan dans edebilen tek canlı. Dans, müziğin ritmiyle anı duyumsama yetimizin en yüksek düzeye çıkmasıdır. Yaşadığımızı ancak anı duyumsayarak yani her ne yapıyorsak sadece ona odaklanarak hissedebiliriz. Fakat performans toplumunun bırakın dans etmeye, yürümeye bile sabrı yok. Onun tek istediği bastığımız yere bakmadan sürekli koşmamız. Bu yazıyı sindirerek, düşünerek yavaş yavaş okumak yerine hızlıca göz atmamızın sebebi de bu koşma dürtüsü. İnsan bu parçalanmışlıkta verim elde edemez. Birden fazla işi aynı anda yapmaya çabalayan modern insan niyetlendiklerinin hiçbirine yoğunlaşamaz ve bu dağılmışlık dikkat eksikliği problemini de beraberinde getirir. Gündelik yaşamında sebepsiz yere sürekli huzursuzlanan, sabırsız, aceleci bir insan modeli karşımıza çıkar. Hiperaktivitedeki “hiper” kelimesi ne kadar iyi bir şeymiş gibi gelse de aslında pozitif yığılmanın bir göstergesidir. Hiper-aktif olmak, pasifliğe ve etkisizliğe gebedir. İnsanın istediğini yapması pozitif güç, istemediğini yapmaması ise negatif güç olarak adlandırırsak pozitif gücün zıttı negatif güç değil, güçsüzlüktür. Pozitif ve negatif güç, birbirini tamamlar. Çünkü insan ne yapmak istediğine kendi karar verebildiği oranda güç sahibidir. Hiperaktif birey, pozitif gücün hegomonyasında olduğu için negatif güçten yoksun kalır, hayır diyebilme yetisini kaybeder. Bu mutlak pozitivite kişiyi güçsüz kılar ve aktif görünen bir pasifliğe iter. Yani multi-tasking, her şeyi yapmaya çalışıp hiçbir halt yiyememek olarak Türkçeleştirilebilir :) İşin bu kadar yüceltilmesinin ve itaat toplumundan performans toplumuna dönüşümü, düşüncenin yerini eylemin almasından kaynaklanır. 19-20.yy’da tanrı ve din eski önemini kaybetti. Ardından günümüzde post-truth kavramıyla gerçeğin bile varlığına inanç yitirildi. Bu durum, toplumu manevi tatminden uzaklaştırdı. Düşünsel hiçbir faaliyete güvenemeyen modern insan hayatın hiçliğini her zerresiyle hissetti ve kendini işkoliklikle, eylemlerle ve performans dürtüsüyle anlamlandırmaya çalıştı. Ama bu çabaların da dünyayı anlamlı bir düzleme oturtmak için yetersiz kalınacağının fark edilmesi depresyonla ve ruhsal bunalımlarla sonuçlandı. Performans toplumunun aceleciliğinin sebebi, kafayı kumdan çıkartıp gerçeklerle yüzleşme korkusuna dayanıyor. Dur durak bilmeden eylem üzerinde olan insan, durup da yaptığı işin anlamsızlığını düşünebileceği bir boşluk yaratmaktan ölesiye korkuyor. Kendi kendini köleleştirmiş bireyi azad edebilecek tek kişi yine kendisidir. Kişinin özgürlüğe kavuşması 2 yolla gerçekleşebilir. Birincisi belli aralıklarla yaşadığı tükenmişlik sendromları esnasında yaşadığı yorgunluk krizleri vasıtasıyla olur. Yorgunluk, boşvermişliği beraberinde getirir ve performans toplumu, ancak yaptığı iş önemsizleştiği an durabilir. Bu duraksamalar bilinç katmanına ulaşamazsa birey kısa dinlenme aralıkları sonucu köleliğine kaldığı yerden devam eder. Özgürlüğü ulaşmanın ikinci yolu, tehlikeyi otonom algılayamayan immün sistemi manuel uyarmakla mümkün olabilir. Bu uyarı anın farkındalığına ulaşmış bir zihin aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bunun için insan felsefi olarak bakmayı, düşünmeyi ve okuyup yazmayı öğrenmeli ve en temelinde ana odaklanabilme yetisine sahip olmalıdır. Anın farkındalığına varmak ancak yoğun odaklanmalar gerektiren, yüzeyel çabalarla anlaşılamayacak derin düşünsel etkinliklerle gerçekleştirilebilir.
Yorgunluk Toplumu
Yorgunluk ToplumuByung-Chul Han · Açılım Kitap · 20151,022 okunma
·
130 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.