Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

904 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
15 günde okudu
KOZMİK APTALLIK
Toplumsal komplo kuramı... Tanrı'yı bırakıp sonra da, "Tanrı'nın yerinde kim var şimdi?" diye sormaktan kaynaklanır. KARL POPPER (s.817) ______ Foucault Sarkacı, Umberto Eco’nun 1988 yılında yayınlanan romanıdır. Sekiz yıllık çalışmanın, derin bir araştırmanın ve iki bin ciltlik uzman bir kitaplığın ürünü olan bu dev eserde Eco, bizlere tek bir noktaya indirgeyemeyeceğimiz bir zenginlik sunuyor. Romanların karakteristiği haline gelen bu özellik nedeniyle, onun romanları edebiyat dünyasında bilim-roman veya Eco-roman olarak adlandırılıyor. Foucault Sarkacı, her biri Kabalistik evren anlayışının on parçasının isimlerini taşıdığı on bölümden oluşmaktadır. O zaman, bu anlayışa daha yakından bakalım. Öğretiye göre, tanrının en mutlak ve mükemmel haline Ein Sof denmektedir. Ein Sof’dan yukarıdan aşağıya on farklı alem sudur eder. Her bir alemin genel adı, parlaklık anlamına gelen sefiradır (hepsine sefirod). Her sefira Tanrının yeniden şekil aldığı bir alemdir. Aşağıya doğru bu hareket, Tanrının en mutlak halinden uzaklaşmak ama aynı zamanda kendi içinde saklı olan gücün varlığını açması anlamına gelmektedir. Malkut adındanki son sefirada ise yaşadığımız alem oluşur. Sırasıyla sefiralar şu şekildedir: Keter (Taç, Bir olan, Birlik) Hokmah (Bilgelik, baba) Binah (Anlama/anlayış, ana) diğer tüm sefiralar bunlardan oluşur. Hesed (izzet/yücelik) Geburah (Öfke) Tiferet (Güzellik) Nezah (Zafer) Hod (Güç) Yesod (Sağlamlık/temel) Malkut Bunlar tüm mahlukata tecelli ederler. Bu öğretiden çıkarılan ahlaki sonuca göre ise insanın bu dünyadaki görevi, Malkut’tan başlayarak Keter’e, oradan da Ein Sof’a yeniden dönüşü sağlamaktır. Yani amaç, Çıkış’tır. Yeniden çıkış süreci ise Mesih’in gelişiyle başlayacaktır. Yine öğretiye göre, Ein Sof’un içerisinde bulunan ağır enerji veya nur, kendi içinde parçalanmaya yol açar. Bunun sonucunda varoluş gerçekleşir. İsrael Surug’a göre yaratılışı oluşturan süreç ve Ein Sof’un kırılma sebebi kendi içerisindeki SALLANMA’dır. Bu sallanma sonucu Ein Sof’da saklı sefirod arasında bozulmalar olunca bizzat Ein Sof metafizik dünyayı sabitleştirmek ve düzenlemek ister, bundan dolayı dünyaya nur şeklinde TEVRAT’ın arketipini yapar. İşte Ein Sof’dan oluşan bu alan 22 İbrani alfabesinin 231 harfle kombinasyonunu meydana getirir. Sefer Yetzirah’ın “yaşamın 231 kanalı” dediği ve her şeyin kendisinden türediği bir coğrafyayı organize eder. Yaratılışın gerçekleşen boşluk budur. Sefirod’un oluşmasındaki hikmet, ahlaki öğretiden de anlaşılacağı üzere Ein Sof’dan kopan ışığın veya nurun yeniden toplanmasını sağlamaktır. Ein Sof’dan kırılmanın bu dünyadaki karşılığı ise Adem’in cennetten kopuşudur. Yani, her insanı, tanrının nurları olarak yorumlayacak olursak, koptuğu ana yurduna geri dönmesinin mistik bir öğretisi karşımızdadır. Bunun arkasında yatan ise muhtemel ki, Yahudilerin sürgünle yerinden koparıldıkları vaat edilmiş topraklarına dönme arzusu yatmaktadır. Onlar bu arzuyu, Ein Sof’un arzusu olarak uhrevileştirerek kendilerine dinmek bilmez bir motivasyon kaynağı üretmişlerdir. Geri dönüş yolunu, sefiralardan geçirerek kendi kendilerine uhrevi görevler edinmişler ve parçalardan bütüne gitme stratejisi yaparak bir yol haritası oluşturmuşlardır. Tanrısal iradenin altında gizli olarak belirledikleri motor gücü ise kendi iradeleridir. Bu, Ein Sof’dan kopan ilk sefira, Keter’dir. Her ne kadar bunun diğer adı Ein Sof’a ithaf edilen en yüce irade olsa da, Keter, ne tam manasıyla Ein Sof’dur ne de insan iradesidir. Nitekim adını, Babil Talmud’unda, ”Tanrının ahirette azizlerin başları üzerinde bir taç gibi tecelli edeceği” ifadesinden almıştır, yani taç. Keter’i, hem öğretiden hem de romandan yola çıkarak Eski Yunan’daki demiurgos ile eşleştirebiliriz. Demiurgos, insanlar için imal eden, şekil veren mimar manasına gelir. İlah olarak da adlandırılan demiurgosun en önemli özelliği, yoktan var edememesi, var olanı yanı yaratılmış olanı şekillendirerek ve düzenleyerek yeni bir şeyler oluşturmasıdır. Her ne kadar Platon’a göre, faal akıl veya demiurgos, mümkün olduğunca iyi bir dünya istese de dünyanın kaotik ve belirsiz olmasından dolayı oluşturacağı dünya asla mükemmel olamaz. Buradan yola çıkarak, dünyanın ve maddenin kötü olduğu yani, kendisinden kurtulunması gereken bir yer olduğu sonucuna varabiliriz. Bu açıdan da demiurgos, insanın sürekli bir savaş halinde olduğu Şeytan’dır da diyebiliriz. O halde, diğer sefiraları oluşturan/şekil veren Keter, hem Ein Sof’un yüce iradesi hem insanın iradesi hem de Şeytan’ın iradesidir. İşte size yeni bir teslis! Kitabın adına gelelim. Bilmiyorum size de ilk anda filozof olan Foucault ile ilgili bir kitap olduğu izlenim yarattı mı ama onunla bir ilgisi yokmuş. Adını Fransız fizikçi Leon Foucault’tan alan Foucault Sarkacının (hizliresim.com/Rocmdw) amacı, dünyanın döndüğünü ispat etmektir. İlk defa deneysel olarak dünyanın döndüğünü kanıtladığı bilgisi söz konusu; tabi deneyin yapıldığı 1850’lerde dünyanın döndüğü astronomik gözlemlerle bilinmektedir ama sarkacın farkı, halkın katılımında kanıtlamasıdır. Romanın 329. Sayfasında da, “… Foucault Sarkacı nerede olursa olsun, altında yeryüzü dönerken, SABİT BİR NOKTADA salınır. Evrenin her noktası sabit bir noktadır; Sarkacı o noktaya asmak yeter, Tanrı her yerde midir, Bir bakıma evet. Bu yüzden aklımı karıştırıyor Sarkaç, Bana sonsuzluk sözü veriyor, ama sonsuzu nerede görmek istediğime karar verme sorumluluğunu bana bırakıyor,” ve 26. sayfasında, “bu Foucault Sarkacı … ilk deney 1851’de bir mahzende yapıldı, sonra Observatoire’de sonra da Panteon’un kubbesi altında; 67 m uzunluğunda bir telle 28 kg ağırlığında bir küre ile 1855’ten beri de burada, küçültülmüş boyutta, şu kirişin ortasındaki delikten sarkıyor … dünyanın döndüğünü gösteriyor. Ama, asılma noktası sabit kalıyor … Çünkü onu göremezsin, boyutları yoktur; boyutları olmayan bir şeyse ne sağa gidebilir ne sola ne sağa ne aşağıya ne de yukarıya. Demek ki dönemez. Kendisi bile yoktur,” şekillerinde geçmektedir. Eğer dikkat edilirse, ikinci alıntıdaki açıklanan noktanın Ein Sof’u ve birinci alıntıdaki sonsuzu görme kararını bırakıyor oluşunun Keter’i/Demiurgos’u/Şeytan’ı çağrıştırdığı görülebilir. Buradan hareketle, sarkacın SALLANMA’sı evrenin varoluşunu simgeler. Bu süreç ise hatırlayacağımız üzere Ein Sof’tan yani Tanrıdan kopuşla başlamıştı. Aynı romanımızın kahramanlarından Manuzio Yayınevinin deneyimli editörlerinden Belbo’nun tanrıdan kopuşuyla başlayan ve kendi teslisindeki salınım sürecinde olduğu gibi. Belbo, işinde uzmanlaşarak hangi kitabın bir DELİ işi hangisinin ise iş yapar olduğunu kısa sürede anlayan biri haline gelmiştir. Bu başarılı halinin arkasında ise oldukça mutsuz, donuk, hayattan kopma noktasına gelmiş, düşünceli ve yaşamının derinlerinde kaybettiği bir şeyi arayan biri yatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın büyük kaosu ve mücadele ortamı, 1968’lerin sınıf mücadeleleriyle geçen hareketli ve herkesin yüce bir idea uğruna çarpıştığı uzun yıllar artık geride kalmıştır. Bu durum, yayınevlerinin satış politikasını da doğrudan etkilemiştir. Yayınevinin, kendisine sadece para kazanmayı ilke edinmiş fırsatçı ve kurnaz müdürü Garamond da bu etkiyi hissetmiş ve Belbo’dan yepyeni bir kitap ister. Bu kitapta, dönemin etkisini giderek artıran konusu mistisizm, gizli öğretiler, gizli örgütler ve her kesimi kucaklamak amacıyla ve kitaba mantıki bir zemin hazırlamak için bilimsel konular bulunmalı ama bunlar birbirlerine tutarlı bir şekilde bağlantılar kurularak bir arada yeni bir bütün veya yeni sabit bir nokta oluşturmalıdır. Belbo, diğer bir editör Diotallevi ve Brezilya’dan dönüş yapmış bir akademisyen olan Casaboun, insanlığın tarihine dair çeşitli alanlardaki onlarca kitapta ilgili konular hakkında bulunan bilgiler üzerinde, Abulafia adı verilen, bilgileri karşılaştıran ve aralarında bağlantılar bularak birtakım şifre diyebileceğimiz yazılar üreten ilkel bir bilgisayar yardımıyla çalışmalara başlarlar. Diotallevi, Kabalist bir Yahudi olduğu için bu çalışmaya dünden hazırdır; Belbo, Basım Giderlerini Karşılayan Yazarlar (BGKY) yüzünden gizli örgütlere, gizli öğretilere dayalı komplo teorilerinden artık usandığı için temkinli; Casaboun ise yeni geldiği Brezilya’da mistik öğreti ve inançları bizzat gözlemlemiş ama bilim insanı yönü ağır basan, eşi hamile ve geçiminde bir insan profili çizerek nötr bir konumdadır. Eco’nun, romanda BGKY’ler üzerinden yayınevlerinin ve edebiyat dünyasının işleyişini hicvettiğini görüyoruz. İçinde bulunulan dönemin artık diğer alanlarda olduğu üzere otoritelere kısmen soğuk bakması; özel görelilik kuramının, artık her şeyin teorisine çok mini bir adımın kalmasını sağlayan ve gayet tutarlı sonuçlar ortaya koyan Newton fiziğinin aslında sanıldığı kadar her şeyi açıklamadığını ortaya koyarak değil Keter’e ulaşmayı insanlığın evrene dair henüz Geburah’a bile varamadığını ortaya çıkarması; kuantum kuramının ortaya koyduğu atom altı dünyanın, görünür dünyadaki yasaların işlerliğini neredeyse yitirip sıradan insanın güçlükle anlayabileceği yada çoğunlukla hiç anlayamayacağı bir noktaya taşıması, Freud’un psikanalitik kuramının fizik dünyasındaki durumun insan doğasında da benzer olduğunu ortaya çıkması ve bunlara ek olarak İkinci Dünya Savaşı’nda gaz odalarının bilimin üzerinde bina olması, insanları her geçen gün bilimden, onun ortaya koyduğu sonuçlardan uzaklaştırmış ve bunlara güvensizlik duymasına neden olmuştur. Bu da insanların anlam ve gerekçe arayışını daha çok komplo teorilerine ya da ‘gerçek’ bilime çevirmesine neden olmuştur. Örneğin; kanserin kesin çözümü bulunamamış olmasından yola çıkan insanlar, bu bilgiye güvensizlik duyup konuyla alakasız birtakım etmenleri kendilerine temel alıp bir komplo kuruyorlar. İsrail’de kanser vakaları çok az (öyle diyorlar, benim bir bilgim yok) olduğu için, aslında İsrail’in kanserin çözümünü bulduğunu ama bunu diğer devletlerle paylaşmadığını, zaten kanseri de kendilerinin üretip, dinsel nedenlerle daha aşağıda gördükleri diğer halklara, dünya nüfusunu azaltmak ve hem de vaad edilmiş topraklara kavuşmak için yaydığını öne sürerler; daha doğrusu bunu, üzerinde tartışma kabul etmez kesinlikte bir gerçek olarak kabul ederler. Aynı konu üzerine diğer komplo teorisine göre ise bu sefer Küba, gelişmiş tıbbıyla kansere çoktan çözüm bulmuş ve sosyalist bir yönetim olması sebebiyle bunu tüm dünya halklarıyla (burjuvalar dahil mi, onu araştırmak lazım) paylaşmak istemektedir ancak ABD ve (yine) İsrail, mevcut düzeni korumak ve hain planlarının devamını sağlamak amacıyla buna mani olmaktadır. (Okurken “Acaba?” diyenler oldu mu merak ediyorum) Ayrıca az önceki etkenlere ek olarak felsefede de artık Bir ‘i aramaktan vazgeçme eğiliminin çoklu gerçeklik (perspektivizm) yolunu açmıştır. İşte, bunların doğrudan veya dolaylı bir etkileri de insanların kendi gerçekliklerini yaratma arzusu (bknz: komplo teorileri, mistik öğretiler vb) ve yeterli birikimi sağlama gereği duymadan en kısa ve kolay yoldan kendini gerçekleştirme, otorite olma ve tanınırlığını artırma arzusu (bknz: yazarlık, şairlik, yaşam koçluğu, kişisel gelişimci olma vb) duymalarıdır. Romanda bu durum, BGKY’ler (ve tabiki Plan) üzerinden anlatılmak istenmiştir. Kitabın bunlar hakkında “Bir BKGY dünya çapında düşünmez, daha doğrusu onun dünyası bildik simalardan oluşur; okul arkadaşları, emekli albaylar,”(s.344); “Gerçek bir yazar, yazmayı sevdiği için yazar, yalnızca bir takma adla tanınmak onu hiç ilgilendirmez; örneğin Nerval. Oysa bir BGKY, komşularınca, mahallesinde oturanlarca, eskiden oturduğu mahalledekilerce tanınmak ister,”(s.341) denilir. Bunlarla birlikte, bir BGKY üzerinden, bu tarz yazarların genellikle bir komplocu mantığıyla kitaplar kaleme aldıkları anlatılır. En çok beslendikleri konu ise Tapınakçılar’dır. Kudüs’ün Haçlılarca alınmasından sonra, buraya gelen Hristiyan hacılar çevredeki Müslüman devletler tarafından yoğun saldırıya uğramaya başlarlar. Bundan dolayı, Fransız soylusu Hugues de Payens tarafından 1119 civarında Kudüs'te Hristiyan hacıları korumak için 9 şövalyeden oluşan bir grup kurulur. Kendilerine Süleyman Tapınağının ve İsa’nın Fakir Şövalyelerı adını verseler ve amblemlerinde bir ata iki şövalyeyi bindirseler de ilerleyen zamanlarda zenginleşmeleri sonucunda, hiç kimseyi fakir olduklarına inandıramayarak sadece Tapınak Şövalyeleri olarak anılmaya başlanırlar. Papa, bunları adeta işi bitene kadar kullanmış; işi bitince yani Kudüs ve çevre bölge kaleleri bir bir Müslümanlarca alındıktan sonra fişlerini çekmiştir. Aslında Papa bu kararı vermekte başta isteksiz davranır lakin dönemin Fransız kralı, tarikatları hizaya sokmak ve mutlak otoritesini güçlendirmek ister. Tabi bir de tarikatlar zincirinde dönen büyük ekonomiye dahil olmak… Kaldırılmak için birtakım gerekçeler uydurulur veya gerçekten de doğrudur, tam bilemeyiz; eşcinsellik, birbirlerini anüsten öpme ritüelleri yapma, haça tükürme, bir pagan tanrısı olan Bafomet’e tapınma… Nihayetinde, son üstad Jacques de Molay’in 19 Mart 1314'te ve beraberindeki tarikat üyeleriyle birlikte kazığa bağlanarak yakılarak idam edilmesiyle tarikat tarih sahnesinden silinir. Ancak, ikinci kez ve bu sefer tamamen kaybedilen Kutsal Toprakların derin hüznünün yarattığı travmadan dolayı, Hristiyanlarca, yaşanılan ezici mağlubiyet krallar ve Papa’ya fatura edilmiştir. Bu durum onlara karşı güvensizliğe neden olmuş, otomatik olarak mağrur, mağdur ve kahraman Tapınakçılar’ı kutsallaştırmaya yol açarak çağlar boyunca haklarında efsanelerin üretilmesine neden olacaktır. Öyle ki, gizli öğretilerden gizli örgütlere gizli örgütlerden çok satar romanlara kadar her yerde kendine yer bulacak; BGKY’lerin ellerinde hepten suyu çıkacaktır. Bundan dolayı Belbo bir yerde Casaboun’a “Delinin bir saplantısı vardır, bunu doğrulamak için her şeyden yararlanır. Kanıtlamakta hiçbir sınır tanımayışından, esin pırıltılarından yararlanmasından tanırsınız deliyi. Size garip gelecek ama, bir deli önünde sonunda Tapınakçıları atar ortaya."(s.104) der. Bir gün yayınevine bir deli gelir. Garamond, ona gördüğü en büyük yeteneklerden biri olduğunu ballandırarak anlatır lakin bir sorun söz konusudur: Delinin tarzı, bir Joyce bir Proust gibidir, yani geniş kitlelerin anlaması güçtür; ama çözüm vardır tabi ki. Garamond, deliye sunduğu mukavelede kitabın basım giderlerini karşılamasını, en çok iki veya üç bin adet basılacağını (en az kısmı bulunmaz), ve belli bir sürede satılmazsa kitapların ya kağıt hamuru yapılarak geri dönüşümlerinin sağlanacağı ya da deli tarafından belli bir fiyattan satın alınabileceği maddelerine yer verir. Delinin gözü, maddelerin detaylarını görmez; çünkü o, bir Proust bir Joyce olmanın hayalinde yaşamaktadır ve hemen mukaveleyi imzalar. Garamond hemen işleme başlar; tanıdık eleştirmenler sayesinde kitabı parlatır, kendisinin verdiği bir edebiyat ödülünü, görkemli bir davetle (tabi mukavelede, masrafların deliye ait olduğu da yazmaktadır) deliye takdim eder. Ancak beklenen satış sayısına ulaşamazlar. Garamond yine önden, büyük yazar olmanın olumsuz yanının yazarın yaşadığı dönemde anlaşılmamak olduğunu belirtir ve üzülmemesini, önemli olanın gelecekte keşfedilmek olduğunu ballandırarak dile getirir. Ardından da faturayı uzatır. Delimiz ise kucağında, hem basım giderleri için hem de dönüşüme gitmemesi için para verdiği kitaplarıyla evinin yolunu tutar. Aklımızda ise romandan “Önemli olan diyor bay Garamond, yazarların bizden yüz çevirmemesi; okuyucusuz da ayakta kalabiliriz,”(s.340) cümlesi kalır. Bu konuyu kapamadan zaten anlaşılacağı üzere romanın, komploculuğa dair dev bir hiciv olduğunu da belirtmiş olayım. Nitekim ekibimiz, başlarda eğlenerek hazırladıkları kitaba, yani onların deyişiyle Plan’a her geçen gün kendi kurdukları komplo teorileri aracılığıyla batarlar. Romanda anlatıcı Casaboun olsa da odak noktasında Belbo bulunmaktadır. Roman, Casaboun’un Belbo’yu aramak için Sarkacın bulunduğu müzeye gelmesiyle başlar. Sarkaca gördüğünde ise ondan etkilenerek “Bu kesinlik sunağının önünde nasıl diz çökmez insan?”(s.27) diyerek Belbo’yla empati kurar. Bundan sonra flusbacklerle ilerleyen romanın ilerleyen bölümlerinde görüleceği üzere “… bu düzmece kitaba inanmaya çalışıyordu Belbo; çünkü kendisinin de yazdığı gibi, gerçekten bir Plan varsa korkak, yenik, çekingen olmayacaktı artık.”(s.705) Bunun arkasında yatan etmeni anlayabilmek için Belbo’yla köyüne dönmemiz gerekmektedir: Belbo henüz çocuktur. Köyü partizanlar tarafından kurtarılmış ve herkes neşe içindedir. Bunu kutlamak ve şehitler için tören yapmak için köyün tepesinde bulunan mezarlığa yürümeye başlanır. Birçok çocuk yarı yolda bıraksa da Belbo tepeye kadar çıkar ve çok istediği borazanı alıp hiç bilmediği bir marşı tüm nefesiyle çalmaya başlar. O anda, Belbo için her şey durmuştu: kuşlar gökyüzünde asılı kalmış, mezara toprak atan adamın elinde kürek havada kalmış ve diğer herkes donup kalmıştır. “O gün Jacopo Belbo, Gerçeğin gözlerinin içine bakmıştı. Ona bağışlanacak biricik gerçeğin; çünkü öğrenmekte olduğu gerçek, gerçeğin çok kısa sürdüğüdür (sonrası yorumdur sadece). Bu yüzden zamanın sabırsızca akışını durdurmaya çalışıyordu,” ama bunu başaramaz ve o an kaçar gider. Ve Belbo kısa süren gerçekliği yaratmak ister ama usta bir editör olmasına karşın bu yetenekten yoksundur. Ta ki Plan’a dek ve romandaki akıbeti bize, onun farkında olmadan yaratıcılığın zirvesine çıktığını gösterir. Belbo, cennetten kovulan veya kopan Adem’in romandaki karşılığıdır. Kaybedilen cennet, çocukluğundaki borazan çaldığı o andır. Bunun, hiçbir şeyin kendisine mutlak ve mükemmel surette benzemeyen Ein Sof olduğunu fark edemeden Malkut’tan Keter’e doğru giderek çıkışı aramıştır. Keter’e geldiğinde ise acı gerçeği fark etmiştir. Plan diye bir şey yoktur. İnsan, kendisini kimse sürgüne göndermemiş olmamasına rağmen bir sürgünde yaşamaktadır, üstelik var olmayan bir yerden (s.703) ve bu absürd durumla mücadele etmek için tanrıyı icat etmiş, sonra onu icat ettiğini unutmuştur; çünkü “Sanırım, öyle bir an gelir ki, inanıyormuş gibi yapmaya alışmakla, gerçekten inanmaya alışmak arasında bir ayrım kalmaz.”(s.625) Sonra da farkında olmadan yavaş yavaş her bir gelişiminde, tanrının bir parçasını kopardı. Nihayetinde elimizde görünmeyen, boyutsuz bir nokta kaldı ondan ve o noktaya tutunarak sallanmaya başladı. İşte bu sarkacın adı Absürd Sarkacı’dır. Albert Camus tarafından, insanın, hatırladığı bu büyük absürd gerçekle mücadele edebileceğini kanıtlamak için tasarlandı ve ilk defa halka açık bir deneyle bunu sınadı. Ancak Leon Foucault kadar şanslı değildi. Halbuki bütün mesele şundan ibarettir: “İnsanlık, dünyanın, rastgele, yanlışlıkla, kaygan bir karayolunda dört beyinsiz atomun çarpışması yüzünden doğduğu düşüncesine katlanamıyor. Bu yüzden, evrensel bir gizdüzenin ortaya çıkarılması gerekiyor: Tanrı, melekler, şeytanlar.”(s.435) Hayır, olmaz öyle saçma şey dediğinizi duyar gibiyim. Bunca düzen (mi acaba?), bunca mükemmellik (mi acaba?) boşuna mı diyor olabilirsiniz. Bazılarınız “düşünüyorum, öyleyse varım,” de diyebilirler lakin bir pire düşünmeden de varlığını sürdürebiliyor. Ancak, yarın insanlık olarak yok olsak, dünya da evren de var olmaya devam edecekler, evet hem de bizsiz! Ne kadar kibirli varlıklarız değil mi? Aklımızın bir türlü almadığı kadar geniş bu evrenin merkezinde, gelmiş geçmiş her şeyin ama her şeyin (dinozorlar, pangea, milyarlarca yıldız, milyarlarca gezegen, kara delikler, solucanlar, bok böcekleri, virüsler, bakteriler vb) bizler için, bizlerin sınavında birer araç olduklarına inanıp duruyoruz. PLAN’lar kurduk, kuruyoruz ve hep kurmaya devam edeceğiz. Ama bir gün Belbo gibi yeterince ileriye gidersek acı gerçekle yüzleşeceğiz. O AN’a asla dönemeyeceğiz, yokluktan varlığa ilk geçişimize, yani “kozmik aptallığın”(s.103) ilk anına… Son olarak birkaç hususa daha değineceğim ve bitireceğim. Kitap, Eco’nun taramalı tüfek gibi bilgi sağanağına tutması nedeniyle okunması zor bir eser diyebiliriz. Bundan dolayı çevirmen de kitabın sonunda ek/ön okuma için pek çok kitap önermiştir. Bunlardan birkaçı şunlardır: A.Adnan Adıvar, Bilim ve Din Fatma Erkman Akerson, Göstergebilime Giriş (Okudum, ama garip bir bilime benziyor. Daha çok okuma yapmam lazım anlamak için, ilgilenenler faydalanabilirler) Francis Bacon, Yeni Atlantis (Okudum, romanda Bacon’ın adı sık sık anılıyor ekibimizin komplo teorilerinde, bu kitapla birlikte Bacon’ın kim olduğunun araştırılması daha faydalı olabilir.) Roland Barthes, Göstergebilim İlkeleri Ömer Rıza Doğrul, Yeryüzündeki Dinler Tarihi Macit Gökberk, Felsefe Tarihi Stephen Knight, Biraderlik-Masonların Gizli Dünyası Malinowski, Büyü, Bilim ve Din (Okudum, gayet iyi bir çalışma, yazarı bizzat yerlilerin arasına giderek gözlemler yapmış. Bu konuda başka kitapları da bulunmaktadır.) İlhami Soysal, Dünyada ve Türkiye’de Masonluk ve Masonlar (Yarıda bıraktım, sıkıldım) Mina Urgan, İngiliz Edebiyatı Tarihi J.L. Borges, The Kabbalah Kitabı Mukaddes (“Başvuru Kitabı”) vb Ben bunlardan çoğunu okumadım. Çevirmenin önerdiği konu başlıklarına uygun formatta okuduklarımdan bazı önerilerden bulunabilirim naçizane: Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş (Dinler tarihi serisi de var, onları henüz okumadım ama onlar da okunulabilir tabiki) Malcolm Barber, Tapınak Şövalyelerinin Tarihi: Kitabın güzel yanı akademisyen tavrıyla gerçeklere bağlı kalınarak yazılmış, Olumsuz yanı, çok detaylı olduğu için sıkabilir, en azından ben sıkıldım) Kürşat Demirci, Yahudi Mistisizmi ve Kabalacılık: Kısa bir kitap. İncelemede Kabala ile ilgili kısımları yazarken buradan faydalandım. Aman bu kitabı kim okuyacak diyor olabilirsiniz, yani bir kitap için neden bu kadar uğraşayım. Bu da bir tercihtir tabi ki. Şahsen okurken çok haz aldım. Başlarda adeta bilgi bombardımanına uğradım ama bulmaca gibi olan kitaplar, beni bir yerden başka bir yere gönderen kitaplardan hoşlanıyorum. Hiç hazzetmediğim komploculuğu mükemmel şekilde hicvetmesi ve analiz ederek altında yatan etkenleri ortaya koyması ve kurguyu da başka bir komplo üzerine bina etmesi ayrıca hoşuma gitti. İnceleme yazarken kendi yorumlarımı yaparken ve okurken aklımdan Eco’nun bombardımanından vakıf olduğum bilgilerden hareketle tahminler ya da kendi Plan’ımı yaparken kendimi Belbo gibi duyumsamam yazarın büyük başarısıdır diye düşünüyorum. Belki de hepimize “kozmik aptallığımızı” gösterdiği içindir. Bununla birlikte, bence Eco çok bilgi veriyor diye kitaptan soğumayın derim, çünkü bence, romanın ele aldığı bazı temel konular var; bunları anayollara benzetirsek, verilen bilgiler anayolun yanındaki ağaçlar, sincaplar, yer yer trafik tabelaları vb’dir. Evet, tamamen onlarsız olmaz ama hepsine de vakıf olmaya mutlak surette gerek yok. Eğer öyle olsa, bu kitabı Eco’dan başkası okuyamaz ve hiçbir şey anlayamazdı. Ben tabi ki, Eco’nun anlatmak istediği her şeyi anladığımı iddia etmiyorum. Çünkü, Eco tarihten bir sürü ismin sözlerinden yola çıkarak kelime oyunları, göndermeler, bağlantı kurmalar vb işlemler yapıyor. Ama bunlar bizim gözümüzü korkutmamalı diye düşünüyorum. Çevirmeni naçizane eleştireceğim tek husus, eski Türkçe kelimeleri kullanacağım diye yer yer çok zorlamış. Örn: aranızda özengen kelimesini daha önce hiç duymuş ve anlamını bilen var mı? Amatör demekmiş. Bunun gibi çok kelime kullanılmış. Genel olarak okumamı sekteye uğratmadı ama sırf öztürkçe olacak diye kimsenin bilmediği kelimeler kullanmanın bir manası yok. Çünkü, bu tarz kelimeler ne kadar çok yer alırsa bir eserde, o eserle okurun organik bir bağ kurması da bir o kadar zorlaşıyor. Bir diğer husus çok fazla dipnot var, arkaya bakmaktan sıkılabilirsiniz. Açıkçası, bazı cümlelerin akışta Fransızca, Latince yer alıp Türkçelerinin dipnotta verilmesindense tam tersinin yapılmasını daha mantıklı ve faydalı buluyorum. Kapanışı da kitaptan çok beğendiğim bir paragrafı alıntılayarak yapmak istiyorum: “İnsanlar, dökülen saçların yeniden çıkmasını sağlayan losyon satıcısına inanırlar. Onun, bir arada bulunması olanaksız gerçekleri bir araya getirdiğini, mantıklı olmadığını, iyi niyetten yoksun olduğunu içgüdüleriyle sezerler. Ama onlara, Tanrı'nın karmaşık, derinliğine varılamaz olduğu söylenmiştir, bu yüzden de onların gözünde tutarsızlık, Tanrı'ya en yakın olan şeydir. En olmayacak şey, mucizeye en çok benzeyen şeydir. Siz, dökülen saçların yeniden çıkması için bir losyon icat ettiniz. Hiç hoşuma gitmiyor bu; çirkin bir oyun.”(s.718) Keyifli okumalar..
Foucault Sarkacı
Foucault SarkacıUmberto Eco · Can Yayınları · 20211,562 okunma
··
1.250 görüntüleme
Özlem Özmen okurunun profil resmi
Kitaba inceleme yazabilmek için tekrara düşmemek adına önceden yazılmış olanları okuma alışkanlığım var. Sizin incelemeniz bu kitap hakkında okuduğum en iyi incelemeydi. Ayrıca kafa karışıklığımı toparlayarak eksik bilgi ve akışla ilgili boşlukları doldurdu diyebilirim. Kaleminize sağlık🌺harika 👍
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim. Buna sevindim.☺️
moodforread okurunun profil resmi
muhteşem bir inceleme. Tebrikler.
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.