Onca şey yazıyorsun, düşünüyorsun, gözyaşı döküyorsun. 'Paylaşayım mı?' sorusu karşısında hep bir duraklamaya uğruyorsun.
Yazmak yormuyor, korkutmuyor da insanı, yazdıktan sonra gelebilecek bazı yorumlar korkutuyor. Günümüzde görülen yanlış hâlleri dökecek oluyorsun fakat daha önce çok yerde gördüğün 'İnsanları artık bir rahat bırakın'dan tut, 'Onlara gelene kadar daha ne sorunlar var', 'Bunlara ses çıkardığın kadar şunlara çıkarmazsın'ın iticiliğinden tut, 'Çözümün var mı, o zaman sus'tan, son zamanlarda sıklıkla yerli yersiz kullanılan ve bazen söylerken özentiden, haz duymaktan öteye gidemeyen 'duyar' sözcüğünü görüyorsun. Sonra gelebilecek olan bu yorumlar karşısında kalp kırmaktan, kendini anlatamamaktan korkuyor ve yoruluyorsun.
İhtimâller, ihtimâller, ihtimâller... Zihni ne çok yoruyor. Başkasında görünce ben yoruluyorum, tahammülde zorlanıyorum ama sabır gösteriyorum. İnsan içindekileri, dert edindiği şeyleri de yazamayacaksa yazmak ne için var?
İşin tuhaf tarafı senin yazdığına, bir yazar yüzyıl önce yazdığı kitabında yer veriyor. Senin bugün edindiğin fakat aslında çağlardan beri süregelen dertleri, okuduğun kitaptaki yazar söyleyince sorun olmuyor. Sen onu alıp paylaşıyorsun ama bugün biri profilinde paylaşınca derdini durum başka oluyor. Soruyorsun, o vakit kitapları da kaldıralım mı, diye. Buraya kadar yazdım, bundan sonrası için yine başa dönüyorum. Yazıp yazıp silmek...