Gönderi

7. Hikaye Tamamlama Etkinliği
Hikayemiz bu ileti altından yürütülecektir. Katılımcı sırası ve yorumlar için: #10330117
··
1 views
Büşra okurunun profil resmi
Hayatımı mahvedecek olan o telefonu aldığımda antidepresanlar ve alkolün etkisiyle bilincimi kaybetmek üzereydim. Arayan boşanmak üzere olduğum kocamdı. Psikolojik rahatsızlıklarım ve ilaç bağımlılığım yüzünden beni terk edip kendinden on yaş küçük genç sevgilisiyle servetini yemek üzere iki yıl önce bana boşanma davası açmıştı. Onun yüzünden düşmüştüm bu hale, onun o şaşalı hayatına ve çapkınlıklarına tahammül edemeyerek ilaç kullanmaya başlamıştım. İyileşeceğim yere kullandığım ilaçların dozunu gün geçtikçe arttırmaya başladım. Ve en sonunda sahip olduğum her şeyi kaybettim. Çok sevdiğim işimi, kocamı, arkadaşlarımı… Kaybettiğim her şeyi bir gün geri kazanacağıma da bir çocuk saflığıyla inanıyordum hala. Bu yüzden boşanmayı kesinlikle kabul etmiyordum. Telefonu açmadan önce kocama yazmakta olduğum mektubu şöyle tamamlamıştım. ‘’Bensiz mutlu olduğunu görmektense öldüğünü görmeyi tercih ederim.’’ İlaçların etkisi iyice kendini göstermeye başlamıştı. Telefonu açmaya çalışırken birkaç kez elimden düşürdüm. Nihayet açmayı başardığımda sakin bir ses tonu takınarak ‘’ Merhaba sevgilim.’’ dedim. Sevgilim dememe aldırış etmeden konuşmaya başladı. ‘’Neredesin? Buraya gelmen lazım.’’ Histerik bir kahkaha attım, ne dediğini anlayamamıştım. İki yıldır mahkeme dışında herhangi bir yere çağırmamıştı bu adam beni. ‘’Gülmenin sırası değil, hemen çık ve bana gel tamam mı? Hemen!’’ Cevap vermeye hazırlanırken telefon kapandı. Gerçek olamayacak kadar tuhaf bir konuşmaydı. Halüsinasyon mu görüyordum yoksa gerçekten kocam beni korkmuş bir ses tonuyla arayarak yanına gitmemi mi istemişti emin olamıyordum. Aniden ayağa fırladım ve müthiş bir baş dönmesi hissederek koltuğa geri yığıldım. Bilincim tamamen kapanmadan yola çıkmam gerekiyordu. Biraz dinlendikten sonra yavaşça kalktım ve içeri gidip ceketimle çantamı aldım. Kapıya doğru yönelmişken gözüm biraz önce yazdığım mektuba ilişti ve onu da ceketimin cebine sıkıştırıp sokağa fırladım. Soğukta taksi beklemek bilincimi uyanık tutuyordu. Taksinin gelmesi on dakikayı bulmuştu, biner binmez adresi söyledim ve arka koltukta gözlerimi kapatıp son yarım saat içinde yaşadıklarımı tekrar düşünmeye başladım. Çok mantıksızdı ve beynimin bana bir oyun oynayıp oynamadığından hala emin olamıyordum. Bu yüzden kocamın şehir merkezinden uzak villasına vardığımızda taksiciye beni beklemesini tembihleyip öyle araçtan indim. Bahçe kapısından içeri girdiğimde evdeki ışıkların yanmadığını fark ettim ve bu yaşananların beynimin bir oyunu olma ihtimalini destekliyordu. Tam o sırada evin kapısının açık olduğunu gördüm. Açık kapıdan içeri seslendiğimde içeriden bir tıkırtı sesi duydum ve içeri girdim. Işıkları yakıp bir daha sesin gelmesini bekledim ama bir şey duyulmuyordu. Evin içi çok sıcaktı bu yüzden ceketimi çıkartıp merdivenlerin başına bıraktım ve yukarı kata çıktım. Tek tek odaların kapısını açıp içeri bakmaya başladım fakat hiç kimse yoktu. En arka odadan da umutsuz bir şekilde çıkacakken yatağın arkasında yerde uzanmış bir çift bacak gördüm. Işığı açıp oraya ilerledim ve kanlar içindeki kocamı gördüm. Şaşkınlıktan bir çığlık attım, çok korkunçtu yüzü kanlar içindeydi ve boğazından hala kan akıyordu. Panikle üstüne eğildim nabzını yokladım. Kalbi çoktan durmuştu. Hıçkırıklara boğulup ağlamak üzereyken evin içinden yine tıkırtı sesleri gelmeye başladı. Katil hala evde olmalıydı. Derhal odadan dışarı fırladım ve taksiye doğru koşmaya başladım. ‘’Beni hemen aldığın yere geri götür!’’ diye panikle taksiciye bağırdım. İyi olup olmadığımı sordu fakat cevap veremeden ağlamaya başladım. Kıyafetime kan bulaşmıştı ve bunu görünce iyice kendimi kaybettim. Eve vardığımızda cüzdanımdaki tüm parayı taksiciye vererek hiçbir şey söylemeden taksiden indim. Evden içeri girdiğimde tüm bu yaşananların bir halüsinasyondan ibaret olduğunu sabah yatağımda sakince uyanacağımı söyledim defalarca kendi kendime. Çantamı bir kenara fırlatıp yatağıma uzandım. Ceketimi orada unutmuştum. Ziyanı yoktu tüm bunlar birer hayalden ibaretti. İlaçların etkisi geçtiğinde bunlar hiç yaşanmamış olacaktı… Kapı çalıyordu, hiç durmadan biri kapımı yumrukluyordu. Kaç saat uyudum bilmiyordum. Korkunç kabuslar görmüştüm gece ve bu yüzden uyumak beni dinlendireceği yere daha da yormuştu. Gözlerimi ovuşturarak kapıya doğru yürüdüm ve ‘’Ne var?’’ diyerek kapıyı açtım. Karşımda iki tane polis memuru duruyordu.’’ Kocanızı öldürmek suçundan şüphelisiniz. Bizimle karakola geleceksiniz.’’
Anıl okurunun profil resmi
“2 çay, 2 simit alabilir miyim?” diye tonton teyzeye seslendi Komiser Doğan ve ardından polis karakolunda bulunan kantinin en kuytu köşesinden sokağa bakan Ceren’e ilişti gözleri. Ne kadarda güzel bir yüzü var diye aklından geçirdi. Güzelliğinin yanında acı bir yüz ifadesi de vardı Ceren’in ve bu durum Ceren’i tüm diğer kızlardan farklı kılıyordu Komiser Doğan’ın nezdinde. Kolay değildi elbet annesiz, babasız bir yetimhanede büyümek ve bu günlere gelmiş olmak. Komiser Doğan için ise şu son 4 ay alabildiğine olağandışı geçmişti. Önce kardeşi bildiği Komiser Okan’ı toprağa vermiş sonrasında da Ceren ile tanışmıştı. Ceren, Komiser Doğan’ın bir anlamda karanlık dünyasına adeta bir güneş gibi doğmuş, yaşamının aydınlık tarafı olmuştu. Hayıtında ilk defa bir duygu karmaşası içinde olduğunu hissediyordu. Ölümler, mesleği gereği onun salt gerçekliği olmuştu ancak kardeş bildiği bir arkadaşı kaybetmek, onun gerçekliğine darbe indirmişti. Şimdi ölüm, o eski bildiği ölüm değildi ve Okan öldüğünde onun iç dünyasında da bir şeyler mezarın yolunu tutmuştu. Sanki Okan giderken onun ruhunun bir parçasını koparıp birlikte mezarına götürmüştü. Ölüme her geçen gün, yeni anlamlar yüklüyordu ve bu gidişle yüklemeye de devam edecekti. “Doğan’ım çaylar demli mi olsun?” diyen Hatice teyzenin sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı ve “Aynen Hatice teyzem her zamanki gibi olsun” diye gülümseyerek Hatice teyzesini yanıtladı. Komiser Doğan çayları ve simitleri, küçük tepsiye üstün körü yerleştirerek hızlı adımlarla Ceren’in bulunduğu masaya doğru yol aldı. Ceren, onu hafif kirli gözlüklerinin ardından her zamanki gülümsemesi ile karşıladı. “Çayların dumanı üzerinde” dedi ve Doğan’ın elinden küçük tepsiyi alarak masaya yerleştiler. Ceren, karşısında oturan ve şu sıralar sık sık karamsar düşüncelere dalan bu adamı 3 aydır tanıyordu ve aralarında tam manasıyla ismini koyamadıkları farklı bir ilişki vardı. Bu kısa zaman diliminde gerek Ceren gerekse de Doğan hissettiklerini asla dile getirmemişlerdi ya da getirememişlerdi ama birbirlerinin hislerinden haberdar ve bir o kadarda emindiler. Ceren, kelimelerin ve cümlelerin bir sevgiyi dile getirmeye yetmeyeceğini düşünürdü hep. Onun için bir bakış, tatlı bir gülümseme ‘seni seviyorum’dan çok daha anlamlıydı. Bugüne kadar erkekler, Ceren’in nezdinde bir bilinmeyendi ve zorlu hayatında o kadar çok bilinmeyen ve keşfedilmeyen olgu vardı ki erkeklere hiçbir zaman sıra gelmemişti. Okumaya, öğrenmeye ve keşfetmeye aç bir kişilikti Ceren. Okumak, kitapların dünyasında kaybolmak onun en büyük eğlencesiydi. Şimdi karşısına çıkan bu adam, yakışıklı olmasa da tavrı, davranışları, konuşma üslubu ile diğer erkeklerden oldukça farklıydı. Onun en çok merhamet duygusuna hayran kalırdı. Okan’ın ölümü onu oldukça sarsmıştı. “Daha iyisin ya” dedi Ceren ortamın sessizliğini bozarak. Çayından ufak bir yudum alarak “iyi iyi bugün daha iyiyim” diye karşılık verdi Komiser Doğan ve işe 6 ay önce başlayan polis memuru Büşra’yı fark etti. Büşra, onların arasındaki münasebetten bihaber muhabbetlerini bozduğu düşüncesiyle çekingen bir tavırla söze girdi; “Komiserim kadını getirdiler sizi bekliyoruz” dedi. Komiser Doğan, “Kocasını öldüren kadın değil mi, tamam tamam hemen geliyoruz.” Dedi ve masadan çayları ve simitleri yine yarım bırakarak ayrıldılar. Kadın, sadece karanlığın hâkim olduğu bir odaya alınmıştı. Eski düz bir masanın başında, dün gelişen olayları zihninde canlandırıyor ve hala anlam veremiyordu olanlara. Sorguda en ufak bir ayrıntıyı dahi kaçırmak istemediğinden dünkü yaşadığı korku filmini sürekli başa sarıyordu. Bilincinin farkında olmadığı olaylar vardı, saplantı haline getirdiği aşkının sahibi olan adam ölmüştü ve kendisi bu ölümle suçlanıyordu. Her ne kadar olayları idrak edemese de sakin olmaya ve sağlıklı düşünmeye çalışıyordu. Dün gece neler olmuştu? Önemli diye gelen telefon gerçekten kocasının sesi miydi? Kapı neden açıktı? Hiçbir şeyden yüzde yüz emin olamıyordu… Bulunduğu odanın kapısında bulunan koruma kilitleri açıldı ve giren kişi giriş yönüne göre sağında kalan lambanın butonuna bastı. Masaya bir o kadar yakın olan lambanın açılma sesi boş odada yankı buldu. Gözleri kamaşan kadının ilk gördüğü masanın üzerine yağan ışıkların netleştirdiği tozlar oldu. Sakin adımlarla odaya giren kişi sandalyeyi ters çevirerek kadının karşısına kuruldu. Bu kişi Komiser Doğan’dı.
mithrandir21 okurunun profil resmi
Duştan sonra kendime gelmiştim. “Ben ne yapıyorum acaba? Bu bir şaka mı? Cinayet zanlısı olarak hatta bir numaralı cinayet zanlısı olarak gözaltına alınıp serbest bırakılmışım, bir de müzik dinliyorum.” Kendi kendime kurduğum birkaç cümle beni kendime getirmek için üzerimde duştan daha da büyük bir etki göstermişti. Düşünüyorum da durumum gerçekten çok zor. Aldatılmış ve terk edilmiş bir kadın ve bu kadın ilaçların etkisinde ve cebinde de “ölü gördüğünü görmek isterim” tarzı bir notum yakalanmış hatta bu notum da cinayet yerinde bulunmuş. Bir an önce akıllı hareketler etmem lazım ve bir an önce kendime avukat bulmam lazımdı. Yatak odama gittim ve çok sık kullanmadığım çantamın içinde avukat tanıdığımın kartını aramaya başladım. “Aman Allah’ım! Buraya ne olmuş böyle?” Yatak odası tamamen karıştırılmış, bir ya da birden fazla kişi odamın altını üstüne getirmişti. Artık ne aşk acısı çekme vaktiydi ne de ilaç kullanma. Eve ilk geldiğimde ilaçların etkisi yüzünden bu görüntünün farkına bile varamamışım. Dağıtılmış kısımları kontrol edip bir şeylerim eksik mi diye bakmaya başlamıştım. Neyin nerede olduğunu tam olarak hatırlayamasam da yerde bir parça kırık tırnak dikkatimi çekti. Kırmızı oje sürülmüş bir parça kırık tırnak. Tırnağı kenara koyup ve çantamı karıştırarak avukatın kartını bulup, telefonumu elime aldım. … Komiser Uğur (aylar sonra bir seri katil dosyasında gözleri çay kaşığı ile oyularak öldürülecekti) hareket merkezinden dünün olaylarının özetini alıp her sabah yaptığı gibi sade kahvesi eşliğinde kontrol edecekti. Masasına oturup başlıkları kontrol ederken gereksiz birkaç başlıktan sonra bir cinayet dosyası bölümünden olduğu için bir başlık dikkatini çekmişti. Özet içeriğini okuduktan sonra siniri bozulmuş, ağzından bir küfür çıkarak, telefonu eline almıştı. Telefona cevap veren ses “Memur Tahsin” diye telefonu açmıştı. “Tahsin, bana hemen dün şubeye gelen Riva’daki cinayet dosyasını getir.” Sesinde geçmişe ait de bir sinir vardı. Memurun emredersiniz demesini bile beklemeden telefonu kapatmış, sinirinden dişlerini birbirine sürtmeye başlamıştı. Odanın içinde sinirden artık volta atmaya başlamışken, kapı çalınmış ve Tahsin soruşturmanın ilk dosyasının kopyasını getirmişti. Selam vererek içeri girdi ve “Komiserim, Doğan Komiser daha sorgu ile ilgili notlarını yazmamış, bu sabah yazacakmış.” “Hiç önemli değil, bir bok beceremez zaten o, artık bu Hollywood filmlerindeki psikolog polis havasından kurtulması lazım.” Son cümleyi kendi kendine söylenir gibi bir hava takınmıştı ama Tahsin’in de duymasını istemiş, bu cümlesinin bina içinde bilerek kulaktan kulağa dolaşmasını istemişti. Tahsin lafların bir ucu kendisine de dokunmasın diye hızlıca odadan kaçmıştı. Uğur ile Doğan arasında geçmişe ait bir çekişme vardı. Aynı okuldan aynı devre ile mezun olmuşlar, kendi aralarında devrem ve kardeşim muhabbetleri olması gerekirken, Habil ve Kabil gibi sürekli çekişme içinde olmuşlardı ve ilk başlarda oluşan rekabetleri derslerine kadar da yansıyordu. Her konuda olduğu gibi Doğan polislik görevinde de duygularına fazla yer veriyordu, aldığı her kararda duygusu etken madde oluyordu. İki erkek kedinin yer kavgası gibi burada da sürekli bir yarış, bir mücadele içindelerdi. Komiser Uğur dosyayı okuduktan sonra, özetini okuduktan sonra ki haline göre daha da sinirlenmişti. Doğan bu alkolik ve uyuşturucu düşkünü kadının ne kadar tehlikeli olduğunu göremeyecek kadar mı kör, nasıl bunları anlayamaz diye düşünüyordu. Parmak izi sonuçlarına baktı ve maktulün evindeki tüm kapılarda zanlının parmak izleri çıkmıştı ve komiser sorguda bu konuyu açmamış, en son o eve ne zaman gittin de her yerde bu kadar çok parmak izin var diye de sormamıştı. Kadın, eski kocam beni eve çağırdı ben de o şekil gittim demişti. Telefon kayıtlarına baktı mı ya da bakabilmek için savcılıktan izin aldı mı? Maktul çağırmış olsa bile acaba ne şekilde çağırdı, aralarında ne şekil konuşma oldu hiç merak etmedi mi? Artık GSM firmaları yasal düzenleme gereği tüm konuşmaları kayıt altında belli bir süre tutmak zorundalardı. Evin içinde kadının ceketi bulunmuş, içinde de mektup ya da not bulunmuş, kadın evinden alındığında da üzerinde maktulün kanları çıkmış ve sorgu “bugün git yarın gel” cümlesi ile bitmişti. Durumu hemen Rıza Başkomiser’e anlatmalı ve dosyayı devralmalıydı. Genelde Rıza Baba olarak bilinen emekliliği çoktan gelmiş ve uzun zamandır hala görevlerine devam eden Rıza Başkomiser, Başkomiser Nevzat ile Türkiye Tarihi’ne damga vuran birçok cinayette beraber görev almışlardı. Bahçelievler cinayetinde daha doğrusu katliamında daha yeni polis olmalarına rağmen Abdullah Çatlı ve Bünyamin Adanalı bağlantılarını kurup teşkilat içinde hızla yükselmişlerdi ama emniyet amiri ya da emniyet müdürü olmayı hiç istememişlerdi. Uğur Mumcu suikasti için de laiklik karşıtı örgütlerin parmağı var demelerine rağmen maalesef dinlenmemişlerdi. Uğur Komiser dosyayı eline aldığı gibi Rıza Başkomiser’in odasına gidip durumu anlatmış, Doğan dosyadan çekilip içişlerine şevk edilmişti ve hakkında soruşturma başlayacaktı. Bir sorgu bu kadar kötü yönetilemezdi çünkü. Uğur Komiser yanına iki tane üniformalı polis alıp, hızlı bir şekilde zanlının evine yöneldiler. … Avukat ile konuşmuş, kanlı elbiseyi bir poşete koyup ve bulduğum kırık tırnak parçasını da bir peçeteye sarıp, çantama attıktan sonra evden dışarı çıkmıştım. Evden çıkmadan son kez dışarı baktığımda, arabanın hala orada beklediğini görüp, bodrum katındaki ufak camdan dışarı çıkıp arka taraftan kaçmıştım. Telefonda avukat bana güvenmiş ve hemen gelmemi istemişti. Tanıdık bir avukat olduğu için telefonda her bir durumu rahatlıkla anlatabilmiş, ses tonu hiç değişmeden bana güvenip hemen gelmemi istemişti.
Mithril / Nobody okurunun profil resmi
Şehir merkezindeki lüks otelin 17. katında, deniz manzaralı süitinde pencere önündeki kanepeye uzanmış ve ışıl ışıl geceyi izlerken Necla, bir taraftan da üç gündür yaşadığı film gibi senaryoyu kafasında tekrar tekrar oynatıyor ve bir ipucu bulmaya çalışıyordu. Yan odada telefonla konuşan Poyraz’ın belli belirsiz sesini duyabilmek için biraz uğraşmış, başaramayınca da tüm dikkatini tekrar kendi hikayesine vermişti. Içeri öfkeyle giren Poyraz, açık duran diz üstü bilgisayarının karşısına otururken Necla daha fazla dayanamayıp karakoldan ayrıldıklarından beri ilk defa konuştu: - Plan ne, ne yapıyoruz? Poyraz gözlerini ekrandan ayırmadan cevap verdi; - Sen dinleniyorsun ben de polisin elindeki sana ait tüm bilgilere erişiyorum. Birazdan her şey elimizde olacak. Derin bir nefes alıp devam etti, “Tabi Doğan yeni sevgilisiyle ilişkisine biraz ara verir ve kıçını kaldırırsa” Doğan ismi Necla’ya bir an tanıdık gelmiş ama bağlantıyı tam olarak kuramadığı için ayağa kalkmış merak dolu gözlerle Poyraz’a bakıyordu. Necla’nın meraklı ifadesi Poyraz’ı eğlendirmiş olacak ki, Poyraz gülümseyerek açıklama yapma gereği duydu. “Senin ilk sorgunu yapan Komiser Doğan” - Benimle geçen üstün başarısız sorgudan sonra açığa alındığını sanıyordum. Emniyette mi hala? - Doğan aslında komiser değil canım, bizden biri. Senin emniyete gittiğini öğrendiğimizde sorgu görevini o aldı. Ve yine sen olduğunu bildiği için de bıraktı seni. Tabi bu yaptığı kendisine bir role mal oldu, bir daha kolay kolay Emniyette bulunamaz ama bizim gibiler için daha yüzlerce kurum var. Cümlesini bitirdiği anda bilgisayarından gelen sesle irkildi. Beklediği son mail de gelmişti. Poyraz tekrar dosyalarına gömülmüş dudağında küçümseyici bir tebessümle dosyaları incelerken Necla da bu fırsattan yararlanmış, odadaki su ısıtıcısı ile iki fincan hazır kahve yapmıştı. Fincanlardan birini Poyraz’a uzatıp Poyraz’ın tam karşısındaki sandalyeye oturdu. Poyraz kahve için teşekkür edip bilgisayarının ekranını biraz indirdi, Necla’nın tam gözlerinin içine bakıyordu. Gözlerini hiç kırpmadan, net ve güçlü bir sesle konuştu. “Anlat” Necla yaşananları iki sefer polise bir sefer avukata ve yüzlerce kez de kendine tekrarlamaktan yorulmuştu. Bıkkınlıkla başladı konuşmaya. “Bak inan bana ben…” Poyraz’ın hiç beklemediği kahkahası ile cümlesi yarım kaldı. “Kes zırvalıkları… İkisini de sen öldürmedin. Bana su avukatın evinde yaşananları anlat” Necla, eski yoldaşının kesin yargısıyla biraz rahatlamış olsa da bu iri yarı adamın ne bildiğini, nasıl bu kadar emin konuşabildiğini çözememişti. “Nerden biliyorsun?” diye sordu. - Anlatacağım. Önce sen soruma cevap ver. Neden Naci’yi öldürmeye çalıştın? - Çünkü, dedi Necla ve kahvesinden bir yudum alıp konuşmaya başladı. “Kendimi tutuklatmaya çalıştım” Bu sefer şaşırma sırası Poyraz’daydı. Merakla Necla’nın konuşmasının devamını bekledi: - Bak kocamdan nefret ettiğim ve bu şekilde hem mirasına konduğum hem de hayat sigortasından da ciddi bir tazminat alacağım düşünülürse söyleyeceklerimin kulağa çok saçma geleceğini biliyorum ama sanırım bana komplo kurdular. Bütün her şey cinayeti benim üzerime yıkmak ister gibiydi. Polise de güvenmiyorum. O Ugur denen aptal beni kodese yollamak için fırsat kolluyordu, o benim masumiyetimi mi ispatlayacaktı? - Bu yüzden kendi kendini kodese attırmaya karar verdin. Bravo çok zekice! - Bak o gece evde çok düşündüm. Bu cinayeti kim işlediyse beni öldürmedi, tek mantıklı açıklamam vardı, biri benimle pazarlık masasına oturmak istiyor. Ve o masada onun kozu benim özgürlüğüm olacak. - Peki sabah neden direkt karakola gidip teslim olmadın? - Naci’yle konuşarak halledebiliriz sandım. Sesine seksi bir gizem katarak gülümseyerek devam etti. “Tabi yöntemlerim uzun zamandır bakir bir erkeği biraz ürkütmüş olabilir”. - Bu yüzden mi öldürmek istedin? - Öldürmek istemedim! Sadece benden şikayetçi olacaktı ve yargılanma sürecine girecektim. Ve sana teşekkür etmeliyim ki işime burnunu soktuğun için şu an gerçek katillerle masada anlaşma yapmış ve bu anlaşmayı polise sunarak kurtulmuş olacakken burada seninle bir otel odasına tıkılmış durumdayım. Necla planını anlatmış ve Poyraz’ın içten içe takdirini bekliyordu. Poyraz bir süre anlatılanları idrak edip cevap verdi - İtiraf etmeliyim ki hayatımda duyduğum en aptalca plan. Yani samimiyetine güvenmesem kesin yalan söylüyorsun sanacağım. Benim tanıdığım, bilimadamı Necla bu kadar gerzek olamaz Necla öfkeyle masadan kalktı ve bağırmaya başladı… “Kapana kısıldım anlıyor musun, peki ne yapsaydım?” Poyraz kırılmışçasına yanıtladı. “Benden yardım isteyebilirdin. Bak Necla, polis senin suçlu olduğunu düşünüyor. Ceketindeki not, boşanma süreciniz, eve giriş saatlerin, üzerindeki kan, evdeki parmak izin… Ama sana katılıyorum. Bu bir komplo gibi duruyor. Adli tıp raporunu inceledim, ölüm sebebi boğazdaki kesik ve bıçağın açısını ve kesiğin derinliğine bakarsak senin cüssendeki biri için imkansız. En az 1.80 boyunda bir erkek olmasını beklerim. Villadaki güvenlik kamerasına ait görüntüleri istedim, tüm kameralar olaydan 3 saat evvel kapatılmıştı. Bahsettiğin telefon konuşmasını araştırdım, arama gerçek bir numaradan yapılmamıştı, internet üzerinden bi servis sağlayıcı ile ve tabi ki sahte ve sürekli değişen IP numaralarıyla yapılmış. 8 saniyelik bir görüşme kaydına ait 100ün üzerinde IP numarası kullanılmış ve hepsi farklı ülkelere ait. Ve en önemli ayrıntı ise Eda Yenik… Yani gerçek ismiyle Mary Swan, kendisi ABD ajanı, 3 yıl evvel yurda giriş yapmış ama 3 yıldır nerede kimle olduğunu bilen yoktu. Yani bugüne kadar...” Necla bu son cümle ile tekrar yerine oturmuştu. Birkaç saat evvel nezaretten çıkarken Poyraz’ın amirinin denizden çıkan ajanla ilgili söylediklerini duymuş ama bağlantıyı çözememişti. Kocasının küçük sevgilisinin aslında ajan olduğunu öğrenmek kadınlık gururuna bir nebze iyi gelmişti. - Şu anda Harun’un hayata geri dönmesi için neler vermezdim… O çipil çipil bakan gözlerine gözlerimi dikip “Senin o tatlı Eda’n aslında benim için görevlendirilmiş küçük bir fahişeymiş” diyip namluyu alnına dayayıp o tetiği çekerdim. Yemin ediyorum yapardım! Poyraz gülmeye başladı bu itiraf ile birlikte; “Cinayet zanlısı için iddialı sözler bunlar, dikkatli ol bence” sonra biraz ciddileşerek devam etti. “Peki Necla, kim yapmış olabilir ve neden? Tahminin var mı? Necla masadan tekrar kalkıp minibara doğru yürüdü. Kafasını toparlamaya çalışıyordu. Minibardan iki kutu bira bir paket de fıstık alıp geri döndü masaya. Birasını açtı ve büyük bir yudum aldı. Anlatmaya başladı. - 5 yıl önce Central City’de bir sempozyuma katıldım. Orada S.T.A.R Labs’ın kurucusu Dr. Harrison Wells ile tanıştım. Çalışmalarımı duymuş, etkilenmiş. Kendi şirketinde çalışmam ve geleceği şekillendirmem için bana iş teklif etti. Reddettim. -Neden? - Bak çalışmamın konusunu biliyorsun. İnsana kısa süreli fiziksel ve psikolojik güç sağlıyordu. Kişi hem korkusuzlaşıyor hem de insanüstü bir güce kavuşuyordu. Modern zamanın Kaptan Amerikaları gibi… Ahlaki kısıtlardan dolayı ben çalışmalarımı kestim kariyerime ara verdim, Dr. Wells için bunu yapamazdım. - Sence o mu yaptırdı? - Bilmiyorum Poyraz. Bu olaydan 1 yıl sonra da Rus Generallerinden Sergei Ramanof’la tanıştım. Winter Guard projesi için yaptığım tüm çalışmalarımı istedi benden. - Winter Guard projesi nedir, diye sordu Poyraz. Necla şaka yollu sitem etti eski arkadaşına, - Bütün istihbaratı ben sağlayacaksam MİT neden var merak ediyorum! Zor şartlar altında savaşabilecek özel yetiştirilmiş özel ekipmanlarla donatılmış ölümcül bir birlik. Tabi onlara da hayır dedim. Rusya ABD savaşının benim yüzümden çıkmasını istemedim. Poyraz da Necla da biraz sinirin biraz da aldıkları alkolün etkisiyle rahatlamaya başlamışlardı. Poyraz, Necla’dan aldığı bilgileri bilgisayarına kaydetmeye başladı. Gözü polis raporundaki bir cümleye takılmıştı. Necla’nın banyosunda bir şişe potasyum klorür bulunmuştu. Her ne kadar reçeteli bir ilaç olsa da, damara direkt enjeksiyonuyla kalp ritmini bozan, yüksek dozunda kalbi durduran bu kimyasal, ölüm sonrasına tespit edilemediğinden ötürü sık kullanılan bir suikast aracıydı. Necla, Poyraz’ın kendisine kuşkuyla bakan gözlerini hissetmiş ve ona bakışlarıyla meydan okumuştu. “Yine ne var” Poyraz gırtlağını temizleyerek konuşmaya başladı. “Necla, banyonda potasyum klorür bulunmuş…” Necla cümlenin havada bitmesinden rahatsız olup açıklamaya başlamıştı. “Alkol tedavisi sürecinde mide bulantılarım için doktor verdi. Neden soruyorsun? Bunca anlattıklarımdan sonra Harun’u benim zehirlediğimi sonra da boğazını kestiğimi düşünmüyorsun sanırım. - Bunu düşünen ben değilim ama polisler… Kalp durduktan sonra boğaz kesilse etrafa o kadar kan bulaşmaması gerektiğini düşünememişler. Benim kafamı kurcalayan soru başka. 6 ay kadar evvel bir düşük yaptın. Bebeğin kalbi karnındayken durmuştu… Necla, Poyraz’ın sormak isteyip de soramadığı soruyu anlamış ve sinirden deliye döndürmüştü. Öfkeden ne yapacağını bilemeyip Poyraz’ın üstüne yürümüştü. İri yarı adamın karşısındaki bu minyon kadın duygularının etkisiyle adeta devleşmişti. Gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu: - Allah’ın cezası sen ne demeye çalışıyorsun? Bebeğimi ben mi öldürmüşüm? Poyraz kadının tepkisinden korkmuş, onu sakinleştirmek için özürler yağdırmaya başlamıştı arka arkaya. Kadını camın önündeki kanepeye oturtup, ellerini avuçları arasına alıp teselli etmeye başladı. Sessizliğin büyüdüğü bir anda Necla konuşmaya başladı, gözleri yaşlarla ıslak ıslaktı. - Bilmiyordum Poyraz. Karnımda bir bebek olduğunu bilmiyordum. Çalışmalarıma devlet desteği kesilince kendi laboratuvarımda devam ettim. Ve güç veren ilaçları ürettim. Ciddi yan etkileri vardı. Sürekli mide bulantısı ve kusma… Belirtiler yakın olduğu için alkolizm için tedavi almaya başladım ve reçeteyle potasyum alabildim. Karnımda bebek olduğunu bilsem ölsem yapmazdım. Poyraz, Necla’yı teselli etmek adına son bir defa konuyu davaya getirdi. “Tamam, 5 yıl önce Dr. Wells ve 4 yıl önce de su bahsettiğin Rus general. 4 yıldır hiç mi ilginç bir şey olmadı?” Necla bir süre düşündü ve kararsızlıkla konuşmaya başladı. “Lanet olsun… 1 yıl önce Rus temizlikçim evimi soymaya çalıştı ama hiçbir şey alamadan yakalandı. Ben soygunu takılarım için sanmıştım, meğer belgeler içinmiş…” Poyraz kafası karışmış bir halde sordu. “Nerden anladın şu anda?” Necla, dehşet içinde cevapladı: “Çünkü takip ediliyorum. Sorguya geldiğim gün karakoldaydı, göz göze geldik. Çok tanıdık gelmişti ama saçlarını boyatmış sanırım tanıyamadım, şimdi hatırladım.” - Necla, bak emin misin? Bu önemli bir ipucu olabilir. - Elbette… Sana oradaydı diyorum. - Teşhis edebilir misin? Daha Necla’nın cevabını beklemeden Poyraz kanepeden kalktı ve geri bilgisayarın bulunduğu masaya geldi. Emniyetin güvenlik kamera kayıtlarını açmış, Necla’nın ilk sorgusunun gün ve saatine doğru kaydı geri sarıyordu. Necla çoktan Poyraz’ın yanına gelmiş omzunun üstünden ekrana, ekrandan hızla geriye doğru akan görüntülere bakıyordu. - Dur! Bu o! O kadın! Poyraz donup kaldı. Bir ekrandaki siyah düz saçlı uzun boylu güzel kadına bir de yanındaki Necla’ya bakıyordu. “Emin misin Necla?” Necla kafasını sallayarak onayladı. Gözleri ise Komiser Doğan’ın yanında oturan ve onunla simit ve çayla kahvaltı eden kadına kilitlenmişti.
Mâsiva okurunun profil resmi
Şu ışığı biri kapatsın. Gözlerimi açamıyorum. Neler oluyor,ben neredeyim? Aklımda silik silik bazı anlar. Başım çatlamak üzere bu adam da kim? İlaçlarımın etkisi geçiyor olmalı. Eve gitmem gerek! "Söyle neden yaptın?" Ne yapmışım. Bağırıp durma be adam. Ne diyorsun anlamıyorum.  "Kocanı sen mi öldürdün?" Kocam,kocamı ben... Yani hayır ben öldürmedim. Bir telefon evet bir telefon geldi. Beni çağırdı. Gittiğimde kanlar içindeydi. Korktum ben de kaçtım. Ben yapmadım. Hayır tabi ki ben yapmadım...  "Ceketin içindeki notu sen mi yazdın?"  Evet,evet... Yani çok öfkeliydim. Kalbim kırıldı. Beni aldatıyordu öldürmek istedim onu hemde çok!  "Alkol bağımlısı olduğunu ve çok ağır ilaçlar kullandığını biliyoruz. Ceketinin orada olması,içindeki o not. Her şeyi senin yaptığını ispatlar nitelikte.Kendini savunabilecek hiçbir yanın yok. Üstelik taksici de görmüş. Her yanın kan içinde tekrar aynı taksiye binmiş üstelik adama çok para vermişsin." Evet,çok korktum çünkü. Odaya girdiğimde kanlar içerisinde yatıyordu. Ben!.. Ama ben yapmadım... Çok öfkeliydim. Çok kızgındım ama zarar veremem ben kimseye zarar veremem.  Şu ışık midemi bulandırıyor. Konuşmak istemiyorum daha fazla.  Çok mutluydu anlıyor musun? Benim hayatımı mahvetti! Aldattı beni. Onu öldürmeyi çok istedim hem de çok! Ama yapamadım. Yapamazdım... Her şeyin düzeleceğine inanıyordum çünkü. Beni tekrar sevebilirdi. Ben iyileşebilirdim...
Başak Otsukarcı okurunun profil resmi
"İyileşmek mi?" dedi Komiser Doğan. "Sen iyileşmenin veya iyileşmeye çalışmanın ne demek olduğunu nereden bileceksin. Aldığın bu ilaçlarla bir de üstüne üstelik alkol kullanmaya devam ederek kendine en büyük kötülüğü yapıyorsun. Her seferinde başladığın noktaya geri dönmek acıların en büyüğü ve sen inatla tekrar tekrar o noktaya dönüp kendini sanki cehennemin sıcak ateşinde cayır cayır yakıyorsun." "Karşımdaki polis de kim oluyor hem beni karşısında sorguya çekmeye çalışıyor hem de bir de bana akıl vermeye kalkıyor! Bak sen! Bu ne cürret! Allahım sabahtan beridir ne kadar karmaşık durumların içinde bulundum" diye düşündü kadın. Acaba bunların hepsi hayal mi diye düşündü. Sonra hala üzerinde bulunan ve artık rengi koyulaşmaya başlamış kan lekelerini görünce rüyada olmadığını anladı. "Peki ne yapmalıyım?" dedi kadın üzüntüden bitap bir şekilde. Komiser Doğan uzun bir sessizlik süresince kadını dikkatle izliyordu. Kadının ses tonunun, konuşmalarının ve yaptığı mimiklerin uyumsuzluğuna şahit oldu. Komiser lafı fazla uzatmadan kısa kesip "bugün git yarın gel" dedi sadece. Kadın kendini beğenmişlik kokan komiserin tavırlarından sonra etrafına şöyle bir baktı Ceren ile göz göze geldi ve sandalyesinden hızla kalkarak refakatçi polis eşliğinde karakolun dışına kadar götürüldü. Komiser Doğan ertesi sabah karakola tekrar götüreleceği için kadını bir polis memurunun gözetimine verildi. Kadın jaluziyi hafifçe araladığında siyah renkli Clio'nun hala orada durduğunu ve içerideki kırmızılıktan polisin sigara içmekte olduğunu anladı. Jaluziyi hırsla kapadı, duşunu aldı ve her hüzünlendiğinde dinlediği gibi Candan Erçetin'in Söz Vermiştin Bana Şarkısı'nı açıp dinlerken yaşadıkları gözyaşlarıyla beraber akıp gitmeye başladı.
Bu yorum görüntülenemiyor
Bu yorum görüntülenemiyor
Uğur Ukut okurunun profil resmi
Komiser Uğur, dudakları patlamış burnu eğrilmiş ağzı kan içinde Odasına girerken koşuşturan memurları bir şey yok anlamında eli ile durdurduktan sonra burnunu tuttuğu mendilin atından gripmiş gibi boğuk bir sesle “sakın rahatsız etmeyin yarım saat kadar dinleneceğim” diyerek kapıyı ardından kilitledi. Son derece sakin bir şekilde elini burnundan çekip tüm hızıyla kameraya göstermeden aldığı zarfı çıkardı açmadan önce önlü arkalı sıkıca kontrol etti. Kar gibi beyaz içi de oldukça kalındı. Daha on beş dakika önce odasında otururken nezarethaneden gelen gürültülere bakması için gönderdiği memur “amirim, dün akşam getirilen yaşlı tinerci illa sizi görmek istiyor, akrabanızmış” deyince dayanamayıp adamı görmeye gitmişti. Adam hiçbir şey demeden sırtı dönük ve fısıldayarak “kabanımın sağ cebinde senin için bir zarf var. Seni parmaklıklara yapıştrıdığımda kameralara göstermeden al” der demez dönüp Uğur’u yakasından çekerek burnuna birde okkalı yumruk vurmuştu. Ve onu zarfı cebinden alana kadar öylece tutmuştu. Koşan polisler Uğur’u kucakladığında o zarfı cebine koymuştu. Yeniden masanın üstüne bıraktığı zarfa baktı. “Şu hale bak bir tinerciden bir zarf almak için ağzımız burnumuz turşu oldu. İçinde ne olursa olsun çok itibar edilemezdi. Çünkü kaynak çürük” diye içinden geçirirken kapı vuruldu. Yaslandığı koltuğundan doğruldu. Rahatsız etmeyin demişti ama önemli olmasa etmezlerdi her halde. Sinirlice gidip kapıyı açtı. Yeni bir memur “efendim iki kişi geldi ve az önce sizi yumruklayan adamı almak istiyorlar. Savcılıktan belgeleri de var.” “verin gitsin.” Zarfın önemli olduğunu şimdi anlamıştı. Adam sıradan biri zarfta sıradan bir zarf değildi. Paket yerine ulaştı ve adam elini kolunu sallaya sallaya gidiyordu. Kapıyı yeniden kilitleyip masaya döndü tereddüt etmeden zarfı açtı. İçinde arkalı önlü seyrek satırlı el yazısıyla yazılmış a4 kâğıdı vardı. Yerine oturup her şeyle irtibatı kestikten sonra okumaya başlayacaktı ki koridordaki ayak seslerinden adamın götürüldüğünü anladı. Yeniden zarfa odaklandı. Uğur bey, Harun’un ölüm emrini veren Poyraz’ın amiri Reha’dır. Mit içindeki Kuzey grubunun da elebaşıdır. Bu işi Poyraz’a yaptırmadığını biliyoruz. Poyraz’ın onlarla işbirliği içinde olduğunu düşünmüyoruz. Lakin Necla bazı olaylardan haberdardır. Harun’un sevgilisi Amerika’nın ajanı olmakla birlikte üç yıl önce Cia İle bağını kesmiştir. Fakat Kuzey Irak, Suriye ve İran çizgisindeki bütün terör örgütlerinin hatta bazen Esed ve İran zenginlerinin ticari temsilciliğini yapar. Teslimatlara karışmaz satıcı ve alıcıyı haberleştirir ve nadiren kuryelik eder. Kim parayı verdi onun işini yapar malını pazarlar. Silah almalarına ve militan toplamalarına aracılık eder. Cia bile ona parayla iş yaptırır. Harun ile yakınlaşması ise Son dönemlerde sıkı denetim ve adının ortaya çıkması ile yeni bir kimlik ve yeni bir çevre edinerek işine devam içindi. Harun’un iş çevresi, ekonomik ve sosyal koşulları çok uygundu. Karısı ile de ayrılma aşamasına getiren odur ve kasıtlı yapmıştır. Lakin hesapta olmayan örgütler başka bir temsilci buldu ve önce Harun'u sonra yeni sevgilisini devre dışı bıraktılar. Necla korumaya alındıktan sonra az çok bazı şeylere bulaştığı fakat kurtulmaya çalıştığı için gözetim altındaydı. Cinayet gecesi internetten Harun namına Necla’yı arayanlarda bunlar. Plan basitti Necla suçlu bulunup hapse girecek, Harun ve baş belası sevgilisi ölecek meydan bunlara kalacaktı. Son birkaç günde her ne olduysa Necla’yı canla başla kurtarmaya çalışıyorlar. Bu bilgi henüz bizde de mevcut değil. Poyraz’da bunun için devreye sokuldu. Terör örgütleri şimdi Mit içinde de örgütlenmeye çalışıyorlar Bu yüzden Mit’in pasifleştirdiğ elemanları kullanıp içeriye nüfuz etmek istiyorlar. Mesela Reha. Mesela Doğan komiser. Ha! Aklıma gelmişken, Doğan’ın yanındaki kadın en fazla dikkat etmen gerekenlerden biri. Soruşturmayı basit bir cinayet olayından çıkarıp bu yönde derinleştirmeye cesaretin varsa gerekli delillere ulaşacaksın. Açıktan olmaz ama sana gerekli desteği vereceğiz. Olayları, sebepleri, sonuçları söyledim; delilleri bulmak senin işin. Bir daha görüşeceğimizi sanmıyorum. Kolay gelsin. Ben kim miyim? Onlar kuzey Uçsa bizde güney ucuyuz Mit’in. Onlar kendileri için biz vatan için çalışırız. Yalan mı söylüyorum. Elbette hayır ama bu ihtimali de yabana atma. Ne de olsa on dakika önce tanıştık.
Yasin YALÇIN okurunun profil resmi
“Merak etme, onu en kısa zamanda paketleriz.” diyerek Necla’nın içini rahatlatmaya çalıştı Poyraz. “Neden hemen değil?” diye itiraz etti Necla. “Doğan Komiseri ya da onu tutuklamaları için herhangi başka birini arayabilirsin. Kadın yabancı bir ajan ve bizim karakolumuzun içinde, polislerin yanında geziniyor. Bu davayla ilgili her şeye, her ayrıntıya ulaşma imkanı var.” Sesi giderek yükseldi. “Ortada bırakılmak için çok tehlikeli.” “Olmaz.” dedi Poyraz. “Bu iş için Doğan’a ya da başka herhangi birine güvenemem.” “Onun da sizden biri olduğunu söylememiş miydin?” dedi Necla. Anlamıyordu. Yüzü her an saldırmaya hazır bir pitbull köpeğininki gibi gerilmiş, dişleri sıkılmıştı. Gece geç saatler olmuştu ve yorulmuştu ama tehlikede olduğu duygusu onu uyanık tutuyordu. “Bilmediğin şeyler var, teşkilatın ikiye ayrıldığına dair şüphelerimiz mevcut. Yabancı devletlere teşkilat içindeki birilerinin bilgi sattığını biliyoruz ama kim olduklarını henüz tespit edemedik. En yakınımızdakiler bile olabilir. Kimseye güvenemeyiz. O yüzden sakince hareket edeceğiz. Otur.” İşte o anda Necla ayağa kalktığını fark etti. İçindeki güvensiz taraf Poyraz’a güvenip güvenemeyeceğini sorguluyordu. Beyninde alarm çanları çalıyordu. Şimdilik Poyraz’a güvenmekten başka seçeneği yoktu. Oturmadı. Gidip dışarıdaki manzarayı izlemeye devam etti. Gecenin bu saati olmasına rağmen insanlar hala dışarıda deniz kenarında yürüyor, arabalarıyla bir yerlere gidiyor, konuşup gülüşüyorlardı. Yanına gelen Poyraz’a “Onların yerinde olmak için neler vermezdim.” dedi. “Ne güzel, hiçbir şeyden haberleri yok. Gece olduğunda huzurla başlarını koyacakları bir yastıkları ve her zaman yanlarında olacak olan bir aileleri var. Hayat dediğin şey bu kadar basit olmalı.” Poyraz Necla’ya katılıyordu ama şimdi duygusal meselelere ya da hayatla alakalı derin felsefi tartışmalara ayıracak zamanı olmadığını da biliyordu. “Onların hayatının basit olması için bazılarının bizim gibi b.k çukurlarında gezinmesi gerekiyor işte.” Necla karşılık vermeyince devam etti. Sorması gerekeni sorma sırasının geldiğini biliyordu. “Biliyorum, yaşananlardan dolayı üzgün ve yorgunsun ama daha fazla şey konuşmamız gerekiyor. Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğimiz ve şu senin kendi başına devam ettirmeye çalıştığın proje hakkında. Yaptığın deneyin sonucu ne oldu? Tam olarak işe yaradı mı?” Necla bir an konuşup konuşmamakta tereddüt etti ama kurtulmak için tek çaresinin yanındaki eski arkadaşı olduğunu biliyordu. Ona her şeyi anlatmayı karar verdi. “Daha önce de dediğim gibi deney başarılı oldu. Ama üzerimde ciddi yan etkiler bırakmıştı. Sonradan yan etkilerin de önemli bir kısmını çözdüm.” “Sonra? Sonra ne yaptın?” “Sonra ne kadar büyük bir hata yaptığımı fark ettim. Bu ilaçlar insanı insanlığından çıkaran şeyler. Hiç kimse böyle bir güce sahip olmamalıydı. Anlıyor musun Poyraz? Eğer o çalışmalar kötü niyetli bir kişinin eline geçseydi insanlık başka bir boyuta geçer, dünya çok daha gaddar bir yer olurdu. İlaçları kendi üzerimde denediğimde olanları hatırlıyorum. Beni kuvvetlendiriyordu ve inanılmaz bir biçimde saldırma güdüsüyle doluyordum. Korkunç bir deneyimdi.” “Eee? Çalışmaları ne yaptın yani?” diye sabırsızca sordu Poyraz. Duygusal konuşmalardan sıkılmıştı. Duygular ve düşünceler ona göre değildi. Onun işi eylemlerle ilgiliydi. “Çalışmalarımı yok etmek için benden başka kimsenin yerini bilmediğim laboratuvarıma gittim. Gittiğimde ilaçların önemli bir kısmının çalınmış olduğunu fark ettim. Bir de not bırakılmıştı oraya. Üstünde ‘İlaçlar artık benim. İmza: Hades’in sadık kayıkçısı Kharon’ yazıyordu.” “O neymiş öyle be?” dedi Poyraz. “Dr. Wells’in ya da Rus generalin adamlarından biri olabilir mi?” “Sanmam. Bana tek kişilik bir işmiş gibi geldi. Zaten bu aylar önceydi. Neyse, müthiş korkmuştum bunun üzerine. Belki ihtiyacım olur diye Kharon’un bulamadığı son şişe ilaçları aldım yanıma. Laboratuvarı kullanılamaz hale getirdim ve bir daha oraya hiç gitmedim.” “Şişeler nerede?” dedi Poyraz gittikçe artan hayretini gizleyemeyerek. Necla yutkundu. “Onları oraya koyduğumu bile unutmuştum. Kullanmaya hiç gerek duymadım. Evimde yaptırdığım gizli bir bölmede. Dolabımın içine yaptırmıştım. Evimi karıştıranlar almadıysa hala oradadır.” “Çabuk ol, oraya gidiyoruz.” dedi Poyraz ve Necla içeri odada toparlanırken otel odasının kapısını açtı. Kapı açılır açılmaz susturucu takılmış bir silah iki el göğsüne ateş etti Poyraz’ın. Dikkat çekmemek için üç tane kara çarşaf giymiş adam içeri daldı. İçine giydiği çelik yelek onu mermilerden korumuştu ama odanın içine doğru yuvarlanmasına mani olamadı. Hemen kalkıp adamlardan birine sağlam bir yumruk attı. Tabancasını çekecekken eli bileğinden kavrandı ve boğazına dayanan kloroform şişesine karşı fazla mücadele edemeden bayıldı. İçeriden gürültüleri duyup gelen Necla’nın çığlık atmasına bile fırsat kalmadan onu bayılttılar adamlar. Çok aceleleri olduğu her hallerinden belliydi. Koridorda kendilerine doğru birinin yaklaşmakta olduğunu gördüler ve Poyraz’a dokunmadan oda kapısını çekip Necla’yı baygın şekilde dışarı sürüklediler. Dışarıda onları bir ambulans beklediği için kimse bu kara çarşaflı geniş cüsseli kişilerden şüphelenmedi. Ambulansa binip uzaklaştılar. Uğur hala oturduğu masada düşünüyordu. Kendisine yazılan mektup bitince kağıdın arkasını çevirdi. Kağıt tertemiz bir yüzle ona bakıyordu. Ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Ta ki zarfı ters çevirip sallayana kadar. Zarfın içinden küçük bir not kağıdı daha çıktı. Necla’nın şu anda Poyraz’la birlikte kaldığı otel odasının adresi verilmişti. İşte o zaman bu adrese gitmesi gerektiğini anladı. Saate baktı. Neredeyse gece yarısı olmuştu. Koltuğunda uzun uzun gerindi. Çenesi ayrılacak kadar esnedi. Ayağa kalktı ve camı açtı. İçeriye biraz temiz hava girdi. Buna ihtiyacı vardı zira beynine oksijen gitmesi gerekiyordu. Son iki-üç gündür çok beklenmedik şeyler yaşamıştı. Karşısına çıkan davalarda bir değişiklik yoktu. Bir cinayet işlenir o da soruşturmayı yürütür, sonunda katilin kim olduğunu bulurdu. Bir nevi ekmeğini cinayetler sayesinde kazanıyordu. Olayın bu açıdan bakıldığında komik olduğunu düşündü. Sonra olaylar ilginçleşmiş, kazdıkça derinleşmiş ve genişlemiş, işler Arap saçına dönmüştü. Önce hiç hazzetmediği Doğan Komiser sonunda teşkilattan tıpış tıpış ayrılmıştı ki buna çok sevinmiş, bir tek göbek atmadığı kalmıştı. Sonra cinayet zanlısı diye getirdikleri kadın MİT ajanının koruduğu bilmem kim çıkmıştı. Olay milli güvenlik meselesine dönmüş, Rıza Baba’yla da konuştuktan sonra dosyayı kapatmıştı. Tam rahat bir nefes alacakken bu sefer de bu tinercinin getirdiği mektup çıkmıştı karşısına. Aklıyla vicdanı ağız burun birbirine girmişlerdi. Ne yapması gerektiğini anlamıştı ama buna cesareti var mıydı? Daha da önemlisi gücü yeter miydi? Kendisi basit bir polis komiseriydi. Ajanlar, katiller, terör örgütleri, istihbarat içinde gizli yapılar… Bunlar onun için çok fazlaydı. İşin sonunda öldürülebilir, görevden ihraç edilebilir, hapse atılabilir ya da kahraman olabilirdi. Birdenbire bir söz hatırladı. Oksijen iyi gelmişti anlaşılan. “Varlıkların en ufağı bile geleceğin akışını değiştirebilir.” Sözü kimin söylediğini hatırlamıyordu. Sarışın bir kadın olduğundan emindi. Sonunda vicdanı aklının ağzını burnunu kırdı ve yarın sabah küçük not kağıdında yazan adresteki otele gitmeye karar verdi. Bugün için yeterince fazla şey yaşamıştı. Ceketini alıp dışarı çıktı ve merdivenlerde cinayet büronun diğer komiserlerinden Levent Komiserle karşılaştı. Şu sıralar başka bir davayla uğraştığını biliyordu. İki adam merdivenden inerlerken sessizce selamlaştılar. İkisi de evine daha yeni gidiyordu. Ortak bir şeyler paylaşıyor olmanın yakınlığını duydular birbirlerine. “Nasıl gidiyor Levent Abi?” diye konuyu açtı Uğur. Sessiz yürüyüşlerden hoşlanmıyordu. Yaklaşık 1.90 boyuyla ve kırlaşmaya başlamış sakalıyla Levent Uğur’dan birkaç yaş büyük gösteriyordu. Karakteri de Uğur’a göre çok daha olgun ve oturmuş bir yapıdaydı. Uğur gibi bekar değil başı bağlı bir adamdı. “Hiç sorma be oğlum.” diye dert yandı Levent. “Geçen de anlattım ya sana. Manyak bir katille uğraşıyoruz şu sıralar. Bildiğin seri katil.” “Ha, doğru, söylemiştin abi. Ne oldu o iş? Bulamadınız mı bir şeyler hala?” “Neredeeee?” dedi Levent, elini sallayarak. “Adam hiç ipucu bırakmıyor. Sadece cinayet mahalline not kağıtları bırakıyor.” “Ne yazıyor?” “Değişiyor. Ama sonunda hep ‘İmza: Hades’in sadık kayıkçısı Kharon.’ yazıyor.” Şaşırdı Uğur. Filmlerden ve romanlardan fırlamış bu psikopat katiller nadiren gerçeğe dönüşürdü. Levent Komiserin durumunun kendisinden de kötü olduğu sonucuna vardı. Ona amirleri tarafından çok daha büyük bir baskı yapılıyor olmalıydı. Ne de olsa peşinde oldukları adam bir seri katildi. Hades’i duymuştu ama Kharon’un kim olduğuna dair bir fikri yoktu Uğur’un. Soracaktı ama otoparka inmişlerdi çoktan. Levent’in arabasının başına gittiğini görünce “Allah kolaylık versin abi.” dedi. “İyi geceler.” “Sağol, kardeşim. Sana da.” diyen Levent arabasına atlayarak ayrıldı. Uğur da arabasını çalıştırdı ve eve doğru yol almaya başladı. Cadde bomboştu ve arabanın hızından da kaynaklı olarak güzel bir rüzgar açtığı camdan içeri püfür püfür esiyordu. Kafasını dağıtmak için radyoyu çalıştırdı. Dert köşesi diye bir programa denk geldi. Adamın biri sevgilisinden ayrılmıştı ve bir Azer Bülbül şarkısı istiyordu. Ağır sesli sunucu abi şarkıyı çalarken “Sizinki de dert mi be!” diye kendi kendine söylendi Uğur. Kanalı değiştirdi. Yine bir arabesk şarkı. Bu saatte arabesk şarkıdan başka şarkı yok muydu? Kafasını dağıtmak için açtığı radyo yüzünden sinirleri bozuluyordu ki sonunda kendine uygun bir şeyler bulabildi. Candan Erçetin’in “Yalan” şarkısı çalıyordu. “Dünyada ölümden başkası yalan.” derken kadına eşlik etti. Şu serin yaz gecesinde, insanın kanını donduran cinayetlerin ortasındayken bile aynı kanı tekrar ısıtabilen ne güzel sözlerdi bunlar. Ne kadar doğru ve ne kadar haklı. Levent Komiserin davasındaki seri katilin durduk yerde öldürdüğü insanları düşündü. Normal hayatlarına devam ederlerken birdenbire karşılarına çıkan ecellerini... Harun’u düşündü Uğur ve asıl adı Mary bilmem kim olan Eda Yenik’i. Balıklara yem olmuş cesedini. Hepsi bir zamanlar bu dünyada nefes almışlar, iyi ve kötü işler yapmışlar yani yaşamışlardı. Onlardan geriye anılan, sadece ölümleri kalmıştı. Emniyetteki demir bir masanın, üzerinde kırmızı renkte Y işareti bulunan paslı bir çekmecesinde bir dosyadan ibarettiler şimdi. Yangında öncelikli kurtarılmaları gerekiyordu. Durumun trajikomikliğine güldü ve ardından gözüne toz kaçtı, gözleri doldu. Adamların kendisini kurtaramadıktan sonra ölümlerini kurtarmanın ne manası vardı ki? Dikiz aynasından kendisine baktı. Belki de bu mesleği seçmekle hata yapmıştı. Şarkı bitince radyoyu kapattı. Kafasını dağıtmakta işe yaramıştı ama kafası daha kötü yerlere dağılmıştı. Apartmanın önüne arabayı park etti. Binanın giriş kapısını açtı ve bina içini aydınlatan ışığı yakan düğmeye basınca lamba yandı. Önceki çağdan kalma apartmanda hala fotoselli lamba yoktu. Merdivenleri hızla tırmandı. Alışılmadık biçimde merdivenin yarısındayken ışık kapandı. Normalde bir kez basmayla eve kadar çıkardı. Telefonun ışığını açmaya ihtiyaç duymadan karanlıkta bir kat daha çıktı ve evinin kapısının bulunduğu koridorda tekrar düğmeye bastı. Anahtarı yuvaya sokacaktı ki kapı eşiğinde normalde orada olmayan bir şe dikkatini çekti. Bu bir çay kaşığıydı. Olduğu yerde donakaldı. Ne demekti bu? Silahına davrandı. Kapıyı açıp yavaşça içeri girdi. Evin ışıklarını açıp zaten küçük olan evin bütün odalarını hatta tuvaletle banyoyu bile kontrol etti. Kimse yoktu. Dış kapıyı açık bırakmıştı. Gidip binanın koridorunu da kontrol etti. Çay kaşığı hala eşikte duruyordu. Kapıyı çarpıp dışarı çıktı. Normalde cesur bir adam olmakla övünürdü ama müthiş rahatsız olmuştu. Evinde şeytanın kendisi vardı sanki. Yarın sabah yapacağı işi şimdi yapmaya karar verdi. Adresteki otele son gaz gitti. Uğursuz çay kaşığı sinirlerini bozmuştu. Otelin önüne çarçabuk vardı. Kapı önünden ayrılan ambulansın yerine arabasını park etti. Otel görevlisine odayı sordu ve odayı arattı. Kimse cevap vermedi. Odaya çıktı. Kapıyı tıkladı, yine cevap yoktu. Kapıyı tek tekmeyle yere indirdi ve yerde yatan külçe halindeki Poyraz denen herifle karşılaştı.
12 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.