Gönderi

Bir bölük gâfil genç, Dicle kenarında şarab içip eğleniyorlardı. Meşhur Hak dostlarından Mâruf-ı Kerhî -kuddise sirruh- oradan geçiyordu. Şimdi bu şeyhin, işlemekte oldukları mel’anetlerinden dolayı kendilerinin helâki için bedduâ edeceğini düşünen gençlerin keyfi kaçtı. Bunun da kızgınlığıyla içlerinden biri dayanamayıp kalktı ve müstehzî bir tavırla: “–Yâ Şeyh! Haydi durma, bizim şu anda Dicle’nin azgın sularına gark olmamız için hemen bedduâna başla!.” dedi. Mâruf Hazretleri hiçbir gazap emâresi göstermeksizin merhametle ellerini kaldırdı ve: “–Yâ İlâhî! Bu yiğitlere dünyâda hoş dirlik verdiğin gibi, âhirette de dirlik ver.” dedi. Ummadıkları bu tavır karşısında gençler: “–Yâ Şeyh! Siz ne diyorsunuz? Bu sözün mânâsını anlayamadık.” dediler. İhlâsı bereketiyle şu kısacık ve sâde sözlerine Cenâb-ı Hakk’ın tesir bereketi verdiği Mâruf-ı Kerhî Hazretleri şöyle dedi: “–Evlâtlarım! Hak Teâlâ, size âhirette dirlik vermek isterse tevbe etmenizi nasîb eder.” Yiğitler beklemedikleri bu müşfikâne tavır karşısında önce ne diyeceklerini bilemediler. Akabinde duydukları pişmanlıkla bir müddet nefs muhâsebesine daldılar. Derken intibâha gelerek nedâmet içinde şaraplarını döktüler, çalgılarını kırdılar ve tevbe ettiler. Her iki cihanın saâdet ve selâmetine tâlib oldular.
Sayfa 106 - Altınoluk, 2002Kitabı okudu
·
1 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.