Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

176 syf.
·
Puan vermedi
Peygamber efendimiz'in, babanızın dostlarına hürmet edin dediği hadis vardı aklıma o geldi. Belki birçok hikâye anlatıldı hepsini dinledik kıssadan hissemizi aldık. Fakat yeri gelince hissemizi heba ederek onların gönüllerini kırdık. Ölümün olduğu bir dünyada niye bu kadar yoruyorsak gönlümüzü,kitap etimolojik kökü olan "dostluk"a, daha da doğrusu "eşlik etmek"e hizmet eden bir deneme kitabıdır. Buluşmanın, bizim o bambaşka, o cânım "göresim geldi" ifademizdeki gibi, sözü daha derindeki başka bir sebebe, özlemeye bağlayan bir gerekçesi vardır. "Oradan, buradan” konuşulur. Oradan buraya doğru çizilen bu sınır, zaman zaman dünya genişliğinde olur. Orası, muhatabın bize gizli dünyası, burası, bizim ona gizli dünyamız gibidir. Bu iki dünyanın halleri, dertleri, sevinçleri sohbetçilerin aralarında çiçeklenir, söner, açılır, kapanır. "Havadan sudan” konuşulur. Tabiatın bize biteviye sunduğu metaforik dekor içinde aslında kendimizi konuşuyoruzdur. Havaların dönmesinde, mevsimlerin nöbet değişiminde, insanın ve kaderin yepyeni öykülerini bulup çıkartan atalarımızın ruhları sökün eder gibi olur. Tabiatın bize sunduğu ipuçları, bizi, içimize dair uyuyan öykülere savurur.., kitap kaynayan bir su gözünün yüzeyindeki kabarcıklar gibi doğal, kendiliğinden, bir iç enerjisiyle devinir durur. "Karşıdakini dinlemenin ödülü, kendini anlamaktır." 'Ya hayatta hiçbir şey mucize değil diye bakacaksınız, ya da her şeyde bir mucize göreceksiniz' demiş Einstein. Mucize senin insanlığında, seçimlerinde saklı. Çoğumuz kendi zihnimizde kurduğumuz zindanların esiriyiz. Mucize, o zindanın dışından kendine bakabildiğin gün başlar. Kitapta geçen en etkileyici birçoğumuzun âşina olduğu dostluk hikâyesi. Genç adam artık büyüdüm der gibiydi, çıkışır gibi konuştu: - Benim de dostlarım var baba! Baba biliyordu dostun dosttan farkını, alttan aldı: - Oğul, gerçek dostu bulmak zordur. Delikanlı ısrarlıydı, onun da bildiği şeyler vardı. Hatta bazı şeyleri babasından iyi bilirdi: - Benim dostlarım benim için canlarını bile verirler! Ne kolay söylenmiş bir sözdü bu! Oysa adam ne bedeller ödemişti bunu anlamak için. - Demek bu kadar güveniyorsun dostlarına... Oğlunun konuşma tarzı adamın içini burkmuştu biraz, ama renk vermek istemedi. Bir taraftan da onun bu kendinden emin hali hoşuna gitti. Kendisi bu yaşında bile kolay kolay yapamazdı bunu. Bir yandan da oğlunun toyluğunu görüyordu. Elbet herkes gibi o da yaşayıp öğrenecekti. Fakat baba sorumluluğu da vardı, bir şeyler yapmalıydı. - Ne dersin, diye sordu, dostların seni ne kadar seviyor öğrenelim mi? Delikanlı altta kalmak istemedi. Dostlarına güveni tamdı ama doğrusu biraz da meraklanmıştı. - Tamam, dedi, ama nasıl olacak bu iş? Şefkatle oğlunun gözlerine baktı adam: - Sen büyükçe bir çuval bul, gerisini bana bırak. Adam gidip ağıldan bir koyun çıkardı, bahçeye getirip kesti. Oğlunun meraklı bakışlarının arasında koyunu çuvala soktu. Çuvalı delikanlıya uzatırken: - Şimdi en güvendiğin dostuna git, ben bir adam öldürdüm de. Bakalım ne yapacak, dedi. Delikanlı sırtına yüklendi kanlı çuvalı. Akşamın karanlığında arka sokaklardan geçerek yürüdü. Bu iş kolay olacaktı. Gidebileceği o kadar çok dostu vardı ki... Rast gele birini seçti. Yürümeye devam etti. Çuvaldan süzülen kan ellerine, boynuna bulaşmıştı. Nihayet dostunun evine vardı. Bir eliyle çuvalı sıkı sıkı tutarken, diğeriyle kapıyı çaldı. Dostu karşısındaydı. Şaşkınlıkla arkadaşının ellerine, yüzüne bakıyor, anlamaya çalışıyordu. Çuvalı fark edince saklanamayacak bir endişeyle sordu: - Hayırdır, bu da ne? Delikanlı; - Birini öldürdüm, diyecekti ki, daha sözünü tamamlayamadan kapı yüzüne kapanıverdi. Şaşırdı delikanlı. Elinde kanlı çuval, kapının önünde kalakaldı. Tekrar kapıyı çalacak oldu, vazgeçti. Gidebileceği daha bir sürü gerçek dostu vardı nasılsa. Uzaklaşırken döndü, bir kez daha baktı dostunun evine. Perdenin kenarından biri kendisini izliyordu. Aniden perde çekildi, odanın ışığı söndü sonra. Verilen sözler geldi aklına, dostluk yeminleri, yaşanan onca şey geldi. Babası haklı mıydı yoksa? Bir başka dostunun evinin önünde durdu, ümitliydi bu kez. Fakat yine aynısı oldu. Sonra bir başkası, bir diğeri... Gece yarısına kadar omuzunda kanlı çuvalla dolaştı durdu delikanlı. Ayakta duracak hali kalmamıştı artık. Kırgın ve öfkeliydi. Çaresiz evin yolunu tuttu. Babasının yüzüne bakmaya utanıyordu. Çuvalı bir kenara bırakırken babasına döndü. - Sen haklıymışsın, dedi, dünyada gerçek dost yokmuş! - Belki, dedi adam gülerek, belki de vardır. Şimdi de benim bir dostuma gideceksin. Ben falancanın oğluyum, bir adam öldürdüm diyeceksin. Bakalım ne olacak? Delikanlı mahcubiyetinden kaçacak yer arıyordu zaten. Seve seve kabul etti. Hem, belki babasının dostuna gittiğinde de aynı şeyler olacaktı. Sanki öyle olmasını istiyordu. Gecenin karanlığına daldı, yeniden sokakları arşınlamaya başladı. Babasının yerini tarif ettiği evin kapısına gelince önce çuvalı bir kenara bırakıp biraz soluklandı delikanlı. Dört yanı bahçeyle çevrili büyük bir evdi burası. Kapıyı çaldı, çuvalı omuzuna alıp beklemeye başladı. Kırk beş-elli yaşlarında, irice gözlü, hafif şişman, saçları yer yer ağarmış bir adam açtı kapıyı. Delikanlının halinden kötü bir şeyler olduğunu sezinleyerek; - Hayırdır evlat, dedi, sen kimsin? Bizimki kendini tanıtıp olan-biteni anlatmaya başlayınca, adam ellerini dudaklarına götürüp: - Sus, dedi, aman bir duyan olmasın! Gel içeri gir önce. Hemen bir kazma kürek getirdi. Evin arka tarafındaki lale bahçesine aceleyle bir çukur kazdılar. Gecenin karanlığında çuvalı çukura koyup, üstünü toprakla kapattılar. Taze toprağın üstüne de biraz öteden söktüğü lale fidanlarını dikti adam. Delikanlı elini-yüzünü yıkarken ona yatacak yer hazırladı. - Bu gece kal evlat, diyordu, ne olur ne olmaz, sabah olsun gidersin... Delikanlı adama hayranlıkla bakıyor, kendi dostlarını düşünüp, işte, diyordu, işte gerçek dost! Bütün ısrarlara rağmen gitmek için müsaade almayı başardı. Bir an önce eve dönüp, babasına, sen haklıymışsın, demek istiyordu. Yorgundu delikanlı. Omuzunda çuval yoktu artık, ama o yorgundu. Bu bir tek gecede bütün dostlarını tanıyıvermişti. Yürüyordu. Bir günde birkaç yıl büyümüştü sanki. Uzaktan evlerinin ışığını gördü. Biraz daha yaklaşınca pencerenin önündeki karaltının babası olduğunu fark etti. Koşarak ellerine sarıldı babasının. - Haklıymışsın, dedi, gerçek dost başka bir şey, sen haklıymışsın... Olan-biteni gülerek dinledi adam. - Dur bakalım, dedi, bu kadar acele etme, hele bir yarın olsun... Ertesi gün öğlen vakti baba dostunun evine doğru yürürken utanıyordu delikanlı. Bunu nasıl yapacaktı? Babasının neden böyle bir şey istediğine anlam veremiyordu. Gidip o adama herkesin içinde bir tokat atacaktı! Ses çıkarmazsa biraz daha hırpalayacaktı. İyi ama babası neden böyle bir şey yapmasını istemiş olabilirdi? Böyle yaparak neyi anlayacaklardı? Evin olduğu sokağa geldiğinde işinin biraz daha zor olacağını fark etti. Yüzü kızardı birden. Caminin köşesini dönerken, avluda birilerinin oturduğunu görmüştü. Babasının dostu az sonra olacaklardan habersiz, birkaç ihtiyarla sohbet ederek ezanı bekliyordu. Cami avlusunda oturanlara doğru yürüdü. Yüzünün, kulaklarının yandığını hissediyordu. Yaklaşıp, oradakilerin şaşkın bakışları arasında adamcağıza bir tokat vurdu. Ama adam bırakın karşılık vermeyi, ses bile çıkarmadı. Bir kez daha kendinden utandı delikanlı ama henüz işi bitmemişti. Tartaklamaya başladı adamı, bir tokat daha vurdu. Adam bir şeyler anlamıştı sanki. Delikanlıyı kollarından tutup kendine doğru çekerek kulağına fısıldadı: - Evlat, var git babana selam söyle. Biz öyle birkaç tokada lale bahçesini bozmayız...
Belki de Üzülmeliyiz
Belki de ÜzülmeliyizAhmet Murat · Profil Kitap · 20171,040 okunma
·
348 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.