Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

204 syf.
9/10 puan verdi
·
26 saatte okudu
Nazlı Eray ile tanışmamı sağlayan eser oldu İmparator Çay Bahçesi. Belki de hiç tanışmadım? Ya da onu yaşamımda kendimi bildim bileli tanıyordum da ben farkında değildim? Neden böyle diyorum derseniz, onun eserini okumak bende çok değişik, daha önce nadir yaşadığım hatta yaşamadığım duyguları uyandırdı içimde. Bir rüya gibiydi onu okumak. Mest olmak anlamına gelen "rüya gibi" kavramından bahsetmiyorum, fakat bu, onu beğenmediğim anlamına da gelmiyor, aksine onun yazımını çok beğendim. Demeye çalıştığım şey, Nazlı Eray'ın eserinde büyülü gerçekçilik akımını kullanımından meydana gelen bir duygu - durum değişikliği. Şahsen büyülü gerçekçilik akımını iyi bilen, çok okumuş biri değilim. Bende çoğu kişi gibi bu akımı Gabriel García Márquez'den okuduğum kadarıyla biliyorum. Nazlı Eray'ın eserinde bu akıma rastladığımda, Marquez okurken yaşadıklarımı tekrardan yaşadım. Şöyle ki, kitap bir rüya gibi başlıyor; bir olayın, bir koşturmacanın içinde. Yazılar sanki normal yazıdan farklıydı; daha rahat okunuyordu ama insanın içinde yaşattıkları bambaşka idi. Klasik bir tabir olacak ama rüya görüyorum gibi hissettim Eray'ı okurken. Öylesine zahmetsiz ve etkili. Evet, 'zahmetsiz'; insan rüya görüyorken son derece rahattır, çünkü rüyayı yaşaması için bir çaba göstermesi gerekmez; gerçek yaşamdakinin aksine. Gerçek hayatta bir çaba gereklidir yaşam için, fakat iş rüyalara geldiğinde kurallar tamamen geçersiz hale gelir. Rüyadaki yaşamda, hayatsal faaliyetler hizmetimize girer, bu sefer de bu 'faaliyetler dizisi' bizim için çaba göstermeye başlarlar. Eray'ın eserinde de tüm bunlar geçerli. Defalarca kez kullanmaktan bıkmadığım bir kavram var: "Kitabı okumuyorsunuz, yaşıyorsunuz". İşte bu eserde de, o yaşama kavramını bir rüyadaymış gibi, "büyülü gerçekçilik" içinde yaşıyorsunuz. Kitapta kimi yerlerde meydana gelen olağanüstülükler size başlarda garip gelse de buna alışmaya başlıyorsunuz, hikayede ilerledikçe artık bunları olağan bir şeymiş gibi görüyorsunuz istemsizce. Alakasız yerlerde karşılaşılan alakasız insanlar, bu alakasız insanların sizi çok iyi tanıması gibi bir alakasızlık. Sürekli bir şeylerden kaçma halinde bulunmak. Bu kavramların sonucunda kavranılan; bizleri en iyi, alakasız kişilerin tanıyabileceği, bir şeylerden kaçmak için bir neden bulunması gerekmediği gibi 'zıtlıkların normalliği' anlatılıyor eserde. Bunları okurken içinde bulunduğunuz duygular da buna göre değişiyor elbette: Kitap size canlı bir nesne gibi gelmeye başlıyor (zaten hangi kitap canlı değildir ki, bu ayrı bir konu...). Sayfaları çevirdikçe ne ile karşılaşacağınızı bilememenin şevkini yaşıyorsunuz. Bu açıdan, insanın önüne ne kadar çok alışılmadık şey çıkarsa, 'alışılmış olana' o kadar çok ilgisizlik duyacağı 'yaşattırılmaya' çalışılmış okura. Dolayısıyla, geçmişte kalan gölgelerin bu sayede, geçmişte olduğundan daha uzun olamayacağı; insanın ne denli çok şey yaşarsa, anılarına da o denli ilgi duymaması gözler önüne serilmiş. Ayrıca hayatın tekdüze olan 'düzensizliği' de kimi alakasızlıklar ile resmedilmeye çalışılmış. Tekdüze bir düzensizlik aslında hayatımızda en çok var olan kavram. Tekdüzelik dediğimiz kavram aslında kelimedeki etkisinin aksine, o kadar da 'tekdüze' değildir. Tekdüze olarak adlandırdığımız kavramda dahi bir düzensizlik mevcuttur. Örneğin okul benim için bir tekdüzelik sarayıdır. Fakat ben okula her gün gittiğimde tamamen aynı şeyler olmaz değil mi? Birbirine benzer de olsa sürekli farklı şeyler meydana gelir aslında. İnsanların çekemediği şey, - ben de dahil- bu benzerliklerin meydana gelmesi eyleminin sıklaşmasıdır. İşte bu açıdan, birbirine benzer şeylerin meydana gelmesindeki düzensizlikten bahsediyorum. İşte bu düzensizliği de okura hissettirip aynı zamanda boğuyor onu: Bir rüyada boğuyor hem de. Tabii bu 'boğma'larda çeşitli sembolik olaylar yok mu, elbette ki var. Kimi olaylara gönderme yapmayı da ihmal etmemiş Eray. Yine kütüphaneden rastgele aldığım bir kitaptı İmparator Çay Bahçesi, meğer kendisini sevecekmişim, yaşayacakmışım. "Boğulacakmışım" demedim, okuyacak olanları kitaptan daha fazla soğutmanın anlamı yok, değil mi? Ama yazmasını bilen yazar kendini okutturmayı da bilir. İster kitabında 'boğucu' noktalar fazlalıkta olsun, ister de yazım dili çok ağır olsun okunması zor olsun. Bana göre Nazlı Eray kendini okutmayı bilen bir yazardır. Kendisiyle tanıştığıma çok memnun oldum. İmparator Çay Bahçesi adı verilmiş bu rüyayı sizin de yaşayabilmeniz dileği ile...
İmparator Çay Bahçesi
İmparator Çay BahçesiNazlı Eray · Everest Yayınları · 2015301 okunma
··
120 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.