Kelâbâzî sûfî, şeyh, ârif, imam, muhaddis, hâfız, fakîh, usûlcü, zâhidlerin kutbu, sâlihlerin kutbu gibi sıfatlarla nitelenmiş çok yönlü bir Hanefi fakihidir. tasavvuf anlayışı Kur’an ve hadis çizgisinde olup akıl ile hisse, lafız ile manaya ve zahir ile batına aynı derecede önem veren Muhasibî (ö.243/857), Ebû Talib el-Mekkî (ö.386/996), Kuşeyrî (ö.465/1073), Serrac (ö.378/988), Hucvirî (ö.470/1077) ve Gazâlî’nin (ö.505/1111) görüşleriyle örtüşmektedir.
“Kelâbâzî ile birlikte tasavvufî kavramlar yerine oturmuştur. Kendisinden önceki sûfîlerde ve özellikle Muhâsîbî’nin metinlerinde karşılaşılan bazı kavramların açık ve net olmaması problemi Kelâbazî ile birlikte ortadan kalkmıştır.”
Ta’arruf, şeriat dışı tasavvufa bir tepki olarak yazılmış, bunun yanında tasavvufu kökten reddedenlere de cevap niteliğindedir. bu bakımdan eser, sahte sûfileri eleştirerek tasavvufu şeriat çizgisine çekmeyi amaçlıyor.
Kelâbâzî’ye göre gerçek tasavvufla, bozulmaya yüz tutmuş tasavvufu ayırabilmek için, sûfîlerin akâidle ilgili anlayışlarını kavramak gerekmektedir. bu eserinde tasavvufla alakalı neredeyse tüm meselelerden, sûfilerin akide ve tecrübelerinden bahsetmiş, ilâveten tasavvuf tarihi ve öğretileri ile ilgili temel bilgileri de sunmuştur.
tevhid, Allah’ın sıfatları, rü’yet, istitâ’at gibi tartışmalı hususlarda sûfilerin bakış açılarını hadisler ve şiirlerle ortaya koymuştur.
Kelâbâzî’nin kaleme aldığı bu eserin esas özelliği, hemen her konunun hatta tasavvufla ilgisi yokmuş gibi gözüken konuların açıklamasında dahi tasavvufî bir bakış açısıyla ele alınmış ve açıklanmış olmasıdır.
Allahuâlem, belki de böyle olması gerektiğindendir.
selametle,
20 cemaziyelâhir, 1442