Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

218 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Ah hayalperest!.. Spoiler var.
"Beyaz Geceler Öyküsü Yazısı" Ah Tanrım, nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Merhaba demedim, çünkü duyguluyum ve sinirliyim biraz. Dostoyevski’den okuduğum ikinci kitap. İlk İnsancıklar romanını okudum, pek sevemedim. Ama bu, bu mükemmeldi. 62 sayfalık öykü iki günde ruhuma ilmik ilmik işlendi. Bu dünyada kadınlara- daha doğrusu bütün insanlara- yürekten bağlanılmaması gerektiğini öğrendim. Yani kaderini, yaşamını ve duygularının akışını, yürekten bağlandığı bir insan kolayca değiştirebilir. Onunla oynayabilir, bir nevi onu esir almış olur. O kadının-erkeğin esiri olur. Ne kötü şey, ne büyük bir zaaftır şu aşk denen şey aslında! Bu bakımdan şunlar aklıma gelir, keşke duygularımız olmasaydı.(sizin görüşleriniz farklı olabilir, ama ben bunları tercih ederdim. Sonuçta olmasaydı; bundan haberimiz bile olmazdı, üzülemezdik, yakınamazdık duygularımızın olmamasından. Eee zaten çünkü yoklar. Aklıma gelmişken yazayım, bu yazdıklarımdan kitapla ilgili pek bir şey beklemeyin onları zaten her yerde bulabilirsiniz. Ben bu kitabı okuduktan sonra zihnimde yaptığı çağrışımları kağıda dökmeye çalışıyorum. Neyse en son duygularda kalmıştık, evet şu duygular ne menem şeydir?! Tek aşk anlamında değil, başka bir anlamda da ele alalım. Mesela ailenizden biri, anneniz. Onunla büyüdünüz(genel konuşuyorum) , evden ayrılana kadar hep aynı ortamda bulundunuz, ve acısıyla tatlısıyla bir geçmişiniz var. Ve öldü( Allah geçinden versin). O kişiye ne olur?( Küçükken de aklıma takılırdı bu ölüm, annemle babam bir gün ölecekti ve bunu biliyordum. Ama onlarla iyi vakit geçirirsem onlar bu dünyadan ayrıldıklarında zamanla alışırım diye düşünüyordum. Ama büyüdükçe kavrıyorum ki, böyle bir şey asla olmayacak. Yani zamanla alışmayacağım, bu sadece ruhumu rahatlatmak için attığım bir yalan olacak.) Bedensel olarak bu dünyadan bir kişi daha göç etmiş olur. Fakat ruhsal olarak o kişinin üzerinde bir yıkım etkisi bırakır. Ve umarım hepimiz bu yıkım etkisini geç yaşarız… Madem aklımdan geçeni yazıyorum aklıma şu geldi: İçimde Ölen Biri Var “şarkısı(youtube.com/watch?v=ib5bdID...) . Şu dizelerini yazıyorum: “Her yanımda susmuş insanlar susmuş İçimde ölen biri var” İşte o kişinin içinde ölen biri vardır, herkes susmuştur ama yüreği susmaz, isyan eder. Yıllarca yanında bulunmuş birinin ansızın gitmesi, “lanet olsun!” der insan içinden. Zaten başka ne denir ki?.. Yokluğuna alışamaz, - ama bir süre sonra alıştım sanar – hep aklına gelir. Bu da bana şunu hatırlattı: Babamın teyzesi bana yelek dikmiş (kolsuz yelek) fakat cepsiz. O üzerimdeyken hep elimi kıyafetlerde cep olan kısma atardım, fakat her atışımda cebin olmadığını farkederdim. Sonra yüzümde bir tebessüm belirirdi. İşte aslında olaylar özünde aynıdır ama değildir çünkü işin içinde duygu olduğu için bu kadar basite indirgenemez. İşte ölüm, yakınını kaybetmiş kişinin yüzüne böyle bir tokat gibi çarpar. Fakat bu sefer gülümsemez. Ruhu sıkışır, gözleri bir şey arar ama bulamaz. Ve sonunda pes eder, ardından şöyle der ”ölenle ölünmüyor ki…” o sonunda ki üç nokta da çok şey ifade eder. Dediğim gibi, yine gerçekler tokat gibi çarpmıştır yüzüne. Cevap olarak şöyle diyorum:” kalanla da kalınmıyor…” galiba bu ifade Ruhi Mücerret kitabında geçiyordu. Bir alıntı daha geldi aklıma, "Söylesem tesiri yok, sussam, gönül razı değil" Fuzuli’nin cümlesi. İşte o kişi ruhuna artık onun olmadığını söyler fakat ruhu kabullenmez, yani tesiri olmaz. Lakin gönlü susmakta istemez, isyan etmek ister. Yani bu cümle anlattıklarım için biçilmiş kaftandır. Konu aşktan buraya geldi ama olsun. “Sen bunları nereden biliyorsun?” derseniz, ben hiçbir yakınımı kaybetmedim. Ve en çok korktuğum şey yakınımı kaybetmektir. Kaybedersem böyle olacağından eminim çünkü. Gördünüz “ölüm”’ün geçek yüzünü. Böyle düşünmeme ve yazmama neden olan şeyler var. En basitinde büyüyorum ve etrafımdaki ölümlerin daha çok farkındayım. Annesini kaybeden yakınımı görmüştüm, en küçük evlattı ve eminim onun halini görseniz yürek dayanmaz. 28 veyahut 26 yaşında olmalı. Tam yaşını bilmiyorum. Gözleri sanki ağlamaktan kanayacak gibiydi. Gözlerinde okunan o keder, yukarıdaki yazdıklarımı anlamanıza yeterdi. Ve o gözler hep bir şey arıyordu… İşte böyle, duyguların nelere sebep olduğunu görüyorsunuz. Ben diyorum ki keşke insanlar duygusuz olsaydı. Nereden devam edelim ki, ah evet duygular, çoğu şeyin nedeni. Okuduğum çoğu, hatta her kitapta hemen hemen hep duygulara esir olan insanlar vardı.(ve bugün ekliyorum, bence hepimiz duygularımızın esiriyiz.) Martin Eden, Oblomov, Selim Pusat, Berger, Loperella, Ömer vs. gibi kişiler. Biraz kitaptan devam edelim, 2-3 kere ters köşe oldum kitabı okurken. Çok şaşırdım, yani sanırım en yoğun duygu değişimleri yaşadığım kitaplardan biri bu kitapta. Yazar duyguyu öyle geçiriyor ki şaşırtıcı bir olay olduğunda tam anlamı ile şaşırıyorsunuz. Şunu söyleyebilirim ki, kitabın son sayfalarına gelirken bu incelememsi yazıya şu cümleleri katacağımı düşünürdüm: “Sonunda mutlu biten bir kitapla karşılaştım! Bu iyi geldi ve Nastyenka sana müteşekkirim.” Ama Dostoyevski sağ olsun Nastyenka artık benim gözümde kötü karakterler(kötü karakterler derken sevmediklerim anlamında) arasına girmiş bulunmakta ve onu hayalperestin katili olarak hatırlayacağım hep. Ha birde hani karakterleri gözünüzde canlandırırsınız ya, ben Nastyenka’yı canlandırınca aklıma ya Edanur Hancı ya da Kaya Scodelario geliyor:) Bunu da yazayım dedim sonuçta aklımdan geçti. Diğer karakterleri de yazarsam burası ÇGHB2 oyuncu kadrosuna dönecek o yüzden geçelim Şuna da değineyim, başlarda hayalperest Petersburg sokaklarında yalnızlıktan kavrularak dolaşırken Nastyenka’yı yani tutamağını buldu, (tutamak derken bir incelememin altında yorum olarak biri bu kelimeyi yazmıştı, burada işime yaradı bu kelime, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabında geçiyormuş.) ve o tutamak hayatın Berger’e yaptığı gibi “önce umut, sonra hayatı unut” dedi(kendim uydurdum sözü). Yani tutamak onu tuttu ve sonra gözünün içine baka baka bir daha çıkamayacağı bir çukurun içine koydu… Ya başka bir şey eklemeyecektim lakin tekrar yazayım bu yazıdan bir inceleme beklemeyin, lütfen. Eklemeden duramadım:) , gece gece üzdün be hayalperest, senin gibi bir adama yapılacak şey miydi bu, Nastyenka kolay sanıyor tabi unutmayı, kendisi mesut. Ve bu yüzden senin de mutlu olacağını sanıyor, haklı da.(İşte duygular, aşk öyle bir şey ki sanki onun esiri gibisin, o mutlu olunca sen de mutlu oluyorsun. Çünkü onu seviyorsun, kendini ona adamışsın, senin iyi olmaman önemli değil, o mutlu olsun yeter.) Bence mutlu olacaksın fakat gereksiz bir mutluluk. Aynı gün içerisinde envai çeşit duyguyu sana yaşatan o kadını seveceksin, aşkına sadık kalacaksın.( O ne yaptı, sana aşığım dedi, ama sonra sevmiyorum dediği kişinin boynuna atıldı. Sen de kabak gibi kaldın orada.)İşte en başa geldik, yani onun esiri olacaksın! O senin mutlu olduğunu düşünerek vicdanını rahatlatacak, sen ise mutlu olduğunu sanacaksın. Sen yine onunla dost olmaya devam edeceksin, fakat ruhun eskisi gibi yalnızlıkta kavrulacak. Ve sonunda Oblomov gibi öleceksin. Sana bu şarkıyı hediye ediyorum hayalperest, “Bir kadın çizeceksin Onun gibi bırakıp gitmeyecek Saklayıp gömeceksin Kimseler sevemeyecek” İşte bu dizeler senin için çok anlamlı… Duygulara esir olmamaya çalışmanız dileğiyle. 8 Şubat, 1.50, Nastyenka’ya nefretlerimle. Burak
Beyaz Geceler
Beyaz GecelerFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202074bin okunma
··
430 görüntüleme
elif okurunun profil resmi
Sen paylaştıkça tekrar tekrar okuyorum. Ben de okumayı düşünüyordum bakalım bende nasıl tesir edecek. Şu yelek kısmı ile ölüm arasındaki benzerlik müthiş olmuş. 👏 İncelemenin tamamı gibi...
Laín Coubert okurunun profil resmi
Değerli görüşlerin için teşekkür ederim :)
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.