Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

516 syf.
·
Puan vermedi
Herkes bilsin çok güzel bir kitap okudum… Nasıl bir sevgidir bu nasıl dökülürsatırlara nasıl bir naifliktir sevginiz bu yeryüzüzüne.. Hayranlıkla her satırınızı yeryüzündeki gizli kalmış ve hala yaşadığına inandırdığınız gerçek sevgilere inanarak okdum kitabı... Hüznüm ağır geldi gözlerime,nucûma,mâha öyle baş başa kaldık.Bende kitabın hissettirdiklerini yazayım dedim. Lokman olsan merhemin yokmuş meğer... Küs bir kalbi taşıyor bu basamaklar. Sana söyleyemediğim şeyler var. İçimiz üçüncü dünya ülkesi, doymadığımız gün yok yazılıyoruz hayata. Dünyada olmazmış her ne istersen. Bir şeyler kopuyorsa büyüyorsun ardından. Avutuyorsun kendini yalnız yürüdüğün sokaklarda. Sonra yeniden basamıyorsun o kaldırımlara, yıllar geçiyor hep o küs kalbi taşıyorsun basamaklarda. Kavuşuncaya kadar yaşayacağız... Son kez yansıyan bir hatıranın gidilemeyen aynı yollarına yürümüşüm. Bir kafkas ezgisi dolanıyor dilime gelmiyor sonrası. Bu sözler rüyamın irkilme sahnesinin aynı basamağı. Ezip geçiyor ne varsa o vapur sesi. Şimdi bir serçenin kanat boşluğu bir kalbin izahı. Ne zaman gözüm seğirse uzak bir yol buluyorum beraberce yürüyoruz. Peki sana giden yollar hep mi kapalı? Şair'in "Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikârsın bellisin." mısrası yankılandı zihnimde.. Hissiyâtımız bizi biz ediyor. Kimimiz yarım kalıyor, kimimiz yâr! Kimi acı boğazımıza düğüm oluyor. Boğuyor. Boğuyor. Boğuyor. Ayrılık ne biliyor musun? Ayrılık göğüs kafesinde bir daha dolmayacak bir boşluğun olmasıdır Gözlerinin kalbinin onun dışında herkese kör olması, hislerin yok oluşudur. Ayrılık çaresizliktir kendinden vazgeçmektir herkesten herşeyden kaçmaktır ve Ayrılık yorulmaktır.... Ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme Yalnızca gölge vermesi ağaçların İyiliğin küfre dönmesi ayrılık Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı Hüznün arması, süren korkusu inceliğin Ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte… İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık. İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine ardında dünyalar ışıyan camlar dururken duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık. Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek. Birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun. İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi. Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde. Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin. Parmaklarını sözüne pınar edememek. Uzaklarda bir adamın üşümesi, bir kadın dağlara daldıkça. Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması. Ayrılık yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme; yalnızca gölge vermesi ağaçların. İyiliğin küfre dönmesi ayrılık. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş. İki adımından birisi insanın. Sevincin kundakçısı, hüznün arması. Süreğen korkusu inceliğin. Ayrılık o küçük ölüm, usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını? Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu. Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. Boşluğa boşluk katmadığını. Kar yağdırmadığını yaz ortasında. Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı. Ben bulutları gösterirken, bulmacanın “beş harfli bir yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış; “aşkın şarabının ağzını açtım/ yâr yüzünden içti murt bende kaldı” türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş; dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip, “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?” dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan. Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir okumayacağım bir süre. Hediyelik eşya satan dükkânların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu bir gül ağacının dibine dökeceğim. Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım. Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında, gençliğimi anımsamak için. Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak sonumu görmeye çalışacağım. Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye. İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim. mican türküsünü asacağım yerlerine. Falcı kadınlara inanmayacağım artık. Trafik polislerine adres sormayacağım. Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye. Fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne. Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım. Nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım. Şaşırma yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime. Ne yapacağımı sanıyorsun ki? Tenin tenime bu kadar sinmişken; ömrüm azala azala akarken önümde; gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken… Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım. Ayrılık bidaha onu göremeyecek olmaktır. Nefes almadiğini kalbinin atmadiğini bilmektir. Asıl ayrılık ölümdür. İnsanin içinden yolcu edemedikleri yorar kalbi... Vazgeçmek yüreğine söz geçiremezken yaraya tuz basıp kanatmak yarayı söküp atacağını sanmak. Halbuki vazgeçmeye çalışmak da bir başka şeklidir kıvrınmanın. Yürek sözden anlamaz ya hani kaşıdıkça yeni yaralar peyda olur. Zaman merhemi sürülmedikçe geçmez derin yaralar. Kaşımadan kazımadan sadece duayla karılmış zaman merhemini sürmek gerek belki de... Aslında vazgeçmek daha çok sarılmak değil midir. Seni senin için bırakıyorum derken daha fazla düşünmek daha fazla sevmek..Bir çırpıda söylenen ama yudum yudum içilen bir cümle bu : vazgeçmek. Ama vazgeçtiğin sevgin değildir, kendindir aslında... Kays'ı Mecnun eden de budur işte. Aşkın için kendinden geçmektir, karşıdan almak değil sonuna kadar kendinden vermektir. Bin kere gönülden geçse de bir kere dile düşürmemektir, onun için ondan geçip kendinden vazgeçmektir.. Leylaya Leyla demek Mecnunluğa taliplikmiş şimdi bana Leyladan geçmek düşer Ne bileyim Füsun. Şimdi aramıza duvar örsen, Yine kalkıp senin sevdiğin renge boyarım. Ne çok severdim konuşmayı hiç susmazdım iyimi kötümü her şeyimi anlatırdım tutamazdım içimde artık sustum. Ayrıldık ben içimi dökmekten vazgeçtim mutlumusun memnun musun anlatma derdin hep bilmesin kimse. Şimdilerde kimse bilmiyor ne düşünüyorum ne hissediyorum, ben sustum sonsuza kadar. Biz bittik mutlu musun Susmak bir sevdaya ayrılık türküsü dinletir. Yollar açılır, bir tren son anonsunu yapar ve gün bitmeye gelmiştir. Artık sesler değil sessizlik başlar konuşmaya. Tüm dünya susar ve dinler iki sevdalının kalbinden geçen son cümleleri. Artık araya dağlar değil koca bir evren girmiştir. Denizler dökülmeye utanmıştır, okyanus zenginliği karşısında. Boğulmak artık son durağıdır bu trenin. Dibe çökünce başlar hikâye. Artık kurtarılmayı bekleyen bir sevda değil kaybolmayı umut eden bir batık vardır okuyucunun karşısında. Öyle yorgunsun ki gözlerinde bir avuç cam kırığı dizlerinde yüzyılların zincirleri var sanki. İkide bir elini başına götürüp rüzgarda dağılan yalnızlığını düzeltiyorsun... Şimdilerde bir köpek gibi koştuyorum oradan oraya, yoksa gururlu biriydim aslında, inan ki. "Sen;adını koyamadığım,senin adın kavuşmak olsun..." Şifa-yı vasl kadrin hecr ile bimar olandan sor Zülal-i şevk zevkin teşne-i didar olandan sor Kavuşmanın nice bir şifa olduğunu, ayrılık ile hasta olandan sor. Bir içim suya benzer tatlı dudağının lezzetini, yüzünü görmeye susayandan sor. Ağlamayı gülmenin içine sığdıran ben artık yapamıyorum bunu ,gel. Cemal Süreyya'nın ;"Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya; Bunun verdiği mutluluk da az değil ki" sözünü şimdi anlıyorum. "Ne kadar yakından ve arada uçurum " Başka nasıl anlatılırdı bilmiyorum. Bazı erkekler sol göğsünün altında mayın taşır. Bir kadın oraya ayağını basıp çektiğinde o mayın patlar erkek dağılır. Kadın ölür erkeğin sol göğsünde. Sonra kim giderse gitsin sol göğsün altındaki o kente,asla aynı etki yaşanmaz. Bir mayın bir defa patlar,bir şiir bir kere yazılır,bir kitap bir kere okunur,bir erkek gerçekten bir defa sever. Ve sen,sana gelince eğer bir gün uğrarsan sol göğsümün altındaki o kente hüzünlü bir sesle;''buralar bir zamanlar hep benimdi'' sözleri kitabın başkahramanı Kemal’in dudaklarından dökülmüş diyeceksiniz. Kemal ile Füsun bir Cemal Süreya kitabında buluşmuş, aynı kitabın satırlarında gezmiş gözleri. Zaman zaman açıp bakıyor Kemal çizdikleri satırlara, sevmeyen bir adamın çizeceği satırlar değildi. Fakat şu an biliyor Kemal Füsuna giden yollar kapalı İnsanlar, evler aralarında duvarlar gibi. Kitabı okurken Kemalin Füsuna "Aklımı geri ver sende kalmasın Başka vücütları sevip de sen sanmasın Aklını geri al bende kalmasın Başka vücütları sevip de ben sanmasın" diye mırıldanışını duyacaksınız. Benimki bir kara sevda oldu ne yapsam ne etsem care gelmiyor artık biliyorum sana giden yollar kapalı istesemde açılmaz bir söz verdik dünya tersine dönse vazgeçmeyeceğiz nasıl unutabilirim ki ? He gülüşü kömür gözleri elinin sıcaklığı giderken son sözü BIR IHTIMAL DAHA VAR O DA ÖLMEK MI DERSIN oldu o ölmedi ama ben onsuz bir hayatta kalamam o ölmedi ama beni öldürdü..Ben artık adam olmam bu derde düşeli..
Masumiyet Müzesi
Masumiyet MüzesiOrhan Pamuk · Yapı Kredi Yayınları · 202241,1bin okunma
··
786 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.