Gönderi

176 syf.
7/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Çocuktum. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. Bazı şeyler hafızamda yer edecek ve yıllar geçse de unutmayacak kadar küçük bir çocuktum. Televizyonlarda tek kanal devri bitmiş çok kanalcılık başlamıştı. Ama bu çokluk şimdiye göre kıyaslanırsa; tek kanal olmasa da sayı anlamında teke epeyce yakındı. Bir akşam bir film izliyorduk ailece. Filmden hiçbir şey hatırlamıyorum tek bir an dışında. Genel hatlarıyla idam cezası almış bir mahkumun etrafında dönüyordu film. Suçlu muydu suçsuz mu? Korkuyor muydu cesur mu? Hangi ülkenin filmiydi, başroldeki adam genç miydi hiç biri yok aklımda. Sadece tek bir sahne var. Mahkumun idam sahnesi. Aklınıza ilk gelen “idam sahnesi”ni unutmamış olma ihtimalim değil mi? O yıllar vahşet görüntüleri var mıydı filmler de çok da hatırlamıyorum. Belki de yoktu. Belki de vardı… Mahkumun kafasının giyotine geçirilişini vs. hepsini izlememe rağmen, “hayır” bu sahne değildi aklımda kalan. Tüm filmin başından sonuna halkın infaz anlarında yaşadığı coşkuydu. Hatırladığım kadarıyla bu mahkumun cezası ile ilgili bir hukuk mücadelesi vardı filmde. Yargıcından, ülke yöneticisine, avukatından gardiyanına, üst düzey vatandaştan sokaktaki dilencisine kadar herkes “idam” aşığıydı. Bir mahkumun infaz günü geldiğinde, ağızlarından salyalar, gözlerinden ateş fışkırarak “GİYOTİN” “GİYOOOOTTİİİİNNN” “GİYOTİİİN İSTERİİİİZZZ” diye bağırışlarıydı hiç aklımdan çıkmayan. İnfaz meydanı değil de sanırsınız panayır meydanı. İşte insanların başka bir insanın ölümünü izlemekten aldığı zevki görmek ve bunu tek eğlence haline getirerek ‘sanki ellerinden oyuncağı alınmış bir çocuk’ gibi idam eğlencelerinin ellerinden alınmasından korkuyorlardı film boyunca. İşte ben küçük bir çocukken izlediğim bu filmin bu sahnesini hala unutamam. Hugo’nun eserini okurken hep o film geldi aklıma. Üzerinden yıllar yıllar geçti ben hala o filmi arar dururum. Eserde de tam da yukarıda belirttiğim gibi bir tablodan şikayetçi yazar. Tabi sadece halkın giyotine yaklaşımı değil politik, siyasi, hukuki ve insani bakımdan da idam cezasının kalkması yolunda fikirlerini de idama mahkum bir adamın sözleri üzerinden okuyucu aktarmaya çalışmış. İdamın suçu engelleme de ya da azaltmada herhangi bir yaptırım gücü olmadığına dikkat çekmek istemiş. Bunu da “Suç hastalıktır, suçlu ise hastalıklıdır. Yok edilmesi değil, tedavi edilmesi gerekir” sözlerinden anlıyoruz. İşte varoluştan beri neticelendirilemeyen bir sorun daha. Suçun engellenmesi… Milyarlarca yıldır görüyoruz ki biz insanlar suçun işlenmesini bir türlü engelleyemedik. İdam olsun ya da olmasın suç işlenmekten asla vazgeçilmemiş. Belki de o filmi izledikten sonra başladı bilmiyorum ama hep savunduğum şeydi benim de Hugo gibi, idamın çözüm olmadığı. Günümüzde bile bazen öfkeyle insanların bazı suçlar karşısında idam istediklerini duyduğumda, suça karşı bir çözüm olmayacağı yönündeki inancımdan bu sesleri doğru bulmuyorum. Evet bazı suçlarda öfkemizi bastırmak adına, yangınımızı söndüreceğine inandığımızdan böyle bir talep hissediyor olabiliriz. Ancak geçmişe dönüp biraz ders çıkarsak bunun çözüm olmadığı gibi, bazı kötü niyetlilerce kötüye ve herkesin kendi lehine bunu kullanacağını da biliriz. Yakın tarihimizde gördük ki, idamlar bazı durumlar da suçluyu infaz ederken, bazı durumlar da suçu önleme adı altında başka suçlar doğurmuştur. Hugo kaleme aldığı kitabının önsözünde tüm bu anlattıklarıma ve daha da fazlasına tek tek değinmiş ve çok güzel tespitler yapmış. Yazar 25 yaşlarında bir Fransa’nın Greve Meydanında bir mahkumun infaz anına tanık olur. Bu tanıklık onu öyle derinden etkilemiş olacak ki, ardından “bir idam mahkumunun son günü” adlı kitabı yazmaya koyulur. Yazar kendisini idam hükmü verilmiş bir mahkumun yerine koyar kendini. İnfaz gününe altı hafta vardır ve bu kalan altı haftalık ömrü bir günlük yazar gibi kaleme alır. “Bir insanın altı haftalık ömrünün kalması...” Bu cümleyi bilhassa seçtim. İnsanlara ne kadar ömrü kaldığını kim söyleyebilir? Doktorlar mı? Onlar bile günü gününe saati saatine söylemezler. Şimdilerde sezaryen doğumlarda; doğum anı için bir saat ve gün söyleyebilmelerine karşın ölümle ilgili asla böyle net bir konuşma yapamazlar. Ancak idam cezaları varken bir insanın ne kadar ömrü kaldığı ile ilgili olarak birileri konuşabiliyordu. Gerçi idamlardan sonra tam olarak can vermenin ne kadar sürdüğü ile ilgili olarak kimsenin net bir bilgi yok. Olabileceğini de sanmıyorum. Bu biraz inançsal bir yaklaşım benim için. İnanç demişken, nasıl ki bir insan bir insana can veremiyorsa; o zaman bir insan başka bir insanın canını da almamalı. Hugo söylüyor bunu. Günümüzde idam cezaları artık verilmiyor. Bu nedenle güncelliğini kaybetmiş bir kitap gibi görünebilir. Ancak bazı suçlarla karşı karşıya kaldığımızda, ille de idam gelmeli, ille de idam edelim, ille de idam isteriz diye düşüncelere kapılmadan önce önünü ardını düşünmemize olanak sağlayacağı inancındayım. Dipnot: Giyotini icat eden kişi bir doktormuş. Bu doktor tam bir idam karşıtıymış. Giyotinden önce eski yöntemlerle yapılan infaz sırasında ve sonrasında, mahkumların yaşamış olduğu trajediden öyle etkilenmiş olacak ki; idamı durduramıyorum bari acıyı ve işkenceyi en aşağı çekeyim diye giyotini icat etmiş. İcat ettiği bu alete adının verilmesini hiç istememiş ancak maalesef bunun önüne geçemeyince çareyi soyadını değiştirmekte bulmuş. Keyifli okumalar dilerim
Bir İdam Mahkumunun Son Günü
Bir İdam Mahkumunun Son GünüVictor Hugo · Ren Kitap · 2020121,8bin okunma
·
51 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.