Kitap uzun bir önsözle başlıyor, uzun diye okumamazlık yapmayın zira bence kitabın teması önsözde aktarılmış. Dönemin -ki günümüzden yaklaşık 200 yıl öncesi- siyasi durumunu ve adaletini aktarmış. Yazar bu kısımda idam fikrine şiddetle karşı çıkıyor ve suç ne kadar büyük olursa olsun insanın can alma hakkının olmadığını, yaşama hakkının kutsallığını, idamın idam edilenden ziyade geride kalanlar için problem yarattığı fikrini savunuyor. Düşünülenin aksine yazar suçun az veya basit olduğunu düşünmüyor; sadece yaşam hakkını her şartta kutsal görüyor. Yazara göre idam topluma hiçbir fayda sağlamamaktadır bunun yerine ıslah edici yöntemler uygulanmalıdır.
Devamında birinci tekil şahsın ağzından (bu şeklin ilk örneği olduğu belirtilmiş) idama mahkum edilen suçlunun duygu durumunu, idam gününü beklerken aslında her gün defalarca öldüğünü, insanların merak, heyecan ve hatta sevinçle idamları izlediğini aktarmış. Hassasiyetle okunduğunda daha iyi anlaşılacaktır. Kitabın içindeki kısa piyeste Hugo’nun romantizme selam çakışları da gülümsetti.
Günümüzde de yer yer tartışmaya açıldığı üzere idam belli suçlar için (çocuğun cinsel istismarı, sebepsiz yere kasten adam öldürme vb) olmalı mıdır? Yoksa işlenen suç ne denli büyük olursa olsun yaşam hakkı korunmalı mıdır? Şüphesiz bu soruların cevabı salt vicdani kanaate bağlı olmayıp sağlam bir adalet sistemi, kaliteli hakim-savcı-avukatlar ve belirli bir gelişmişlik düzeyi gerektirdiği kanaatindeyim. O zaman bu konuda sağlıklı bir tartışma yapılabilir.