Spinoza anayasal işleyişe dair her türlü resmi faktörü kökünden reddeder: Sınırlar kuvvetlerden oluşur; iktidarın (potestas) sınırları güçler (potentiae) tarafından tanımlanır. Bu demektir ki, monarşik işleyişin sınırları, fiziksel sınırlar oldukları oranda hukuksal sınırlardır; ancak anayasada ve onun açılımında maddi olarak geçiyorsa resmi belirlenimlerdir. Spinoza'nın tezini desteklemek için öne sürdüğü ahlaviyatlara bakarsak, bütün politik biçimlerin açık bir şekilde kurucu süreçler olarak görüldükleri oran da değerli olduklarını fark ederiz. (Vl:9-40). Monarşik yönetim (salt tarihi olgudan yola çıkarak), hukuksal tanım soyutlamasından sıyrılıp iktidar ve karşı karşıya gelen güçler ilişkisi bağlamında ortaya konduğunda, rasyonel bir öğe haline gelir. Mutlakiyetçilik ılımlılaştırılmıştır; ılımlılık dinamik bir ilişkidir ve bu ilişki bütün tebaayı kurucu düzenlemeye dahil eder. Anayasal denge, güçler arasındaki çarpışma-dolayım-karşıtlıktır. Ve bu süreç, multitudo'nun kolektif bir insan özü olarak gelişimidir.