Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

331 syf.
7/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Spoiler içerir Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde Körlük’ü okumayan bir ben kalmıştım sanırım. Güzel ülkemiz kitapçılarının çok satanlar bölümündeki kitapların -benim okuduğum kitaplara kıyasla- kaba tabirle fıs çıktığını acı şekilde tecrübe etmiştim daha önce. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer hesabı, artık bir anda popüler olmuş kitapların popülaritesinin sönmesini beklemeye karar verdim. Jose Saramago, Körlük kitabı sayesinde 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış lakin ününün bize kadar gelmesi yirmi yılı aşkın bir zaman almış. Öncelikle kitabın konusu hakkında kısaca bilgi verdikten sonra incelememi konu başlıklarına ayırarak devam edeceğim. Körlük; arabasının sürücü koltuğunda yeşil ışık yanmasını bekleyen bir adamın gözüne birdenbire süt beyazı bir perde inmesi ve bununla başlayan bir körlük salgınını anlatıyor. Kör olanlar bir akıl hastanesinin onlara ayrılan bölümünde toplanmaya başlıyorlar ve hastanenin içinde dünyadan özerk bir toplum oluşuyor. İncelemeye geçelim: 1- Kitabı okumadan önceki kaygılarımın yersiz olduğunu kitabın ilk yarısında anladım, zira konusu itibariyle kullandığı üslup ve vermek istediği mesaj birbirleriyle tutarlıydı. Başlangıçta kör olanlar toplumdan ayrıştırılıp her ne kadar deli olmasalar da akıl hastanesine kapatılıyorlar (tıpkı deliler gibi!). Halihazırda tuvalet ihtiyaçlarını karşılamayan, temizlik yapamayan küçük bir topluluğa kısıtlı yemek veriliyorken salgına yakalanmış kör sayısı da ivmeleniyor. Görmemenin, tanık olmamanın verdiği rahatlık da burada başlıyor. İnsanlar tuvalete gitmeye tenezzül etmeyerek ortalık yerde dışkılama ihtiyaçlarını gideriyor, karı-koca yahut yüzünü görmediği bir yabancı fark etmeksizin cinsel ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Her geçen gün ahlak tabuları(?) köreliyor, edep yahut insanlık namına hiçbir duygu beslemeyip yalnızca ilkel içgüdüleriyle ihtiyaçlarını karşılamaya başlıyorlar. Yani gün geçtikçe bir hayvana dönüşüyorlar diyebiliriz. Ama aralarında görebilen tek kişi yani doktorun karısı asıl cefayı çekiyor bence. Zira hayvanlaşan insanın her evresine tanık olmak, o evreleri yaşamaktan daha ızdırap verici diye düşünüyorum. İnsan yalnızca görebildiğini, karşısında somut olarak var olanı dikkate alıyor. Bu kısım bana Otomatik Portakal kitabındaki Ludovico tekniğini anımsattı. 2- Kitabın devamında karantinadaki nüfus arttıkça hastanede -dünyanın göbeğinde ama dünyadan bağımsız- özerk bir toplum oluşuyor. Kendi kuralları var, hatta yönetici seçmeye çalışırken yaşanan kriz bile benzer! Dünyanın küçük çaplı bir simülasyonu aslında. Simülasyonda da gaddar yöneticiler var elbette. Eline geçen on kurşun ve gözü kör olduğundan nişan dahi alamadığı silahıyla kendini üstün zannedip insanların hakkı olan yemeklere el koyan, bir de bunun üzerine kadınlara mide bulandırıcı şekilde tecavüz eden bir elebaşı. 3- Kadınlara tecavüz eden bir elebaşı dedim bir önceki paragrafta. Bu olayı biraz daha açalım; silahlı elebaşı yemeklerine el koyduğu insanlara yemeklerini satmak için onlardan kadınlarını ister, eğer kadınlar gitmezlerse tüm koğuş açlıktan ölecektir. Ölümlerin sorumluluğunu almak istemeyen kadınlar gitmek mecburiyetindedirler ama gitmeden önce erkeklere şöyle bir soru yöneltilir: Erkek isteselerdi siz gider miydiniz? Ve cevap gelmez. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sorgulatan bu kısımdan ziyade kitabın geneline bakarsak, karakterler bunun her ne kadar farkında olmasa da anaerkil bir düzen var. Herkes doktorun karısına birer pamuk ipliğiyle bağlı. İnsanlıklarını bir nebze de olsa koruyabildilerse bu, bir kadın sayesindedir. 4- Fark ettiyseniz kitabın konusundan bahsederken karakterlerin isimlerini cümlelerde hiç geçirmedim, çünkü karakterlerin bir ismi yok. Esasen vardır eminim ama kullanmaya gerek yok, çünkü körler. Göremedikten sonra isimlerin de bir önemi yok. İsim yerine göz doktoru, göz doktorunun karısı, ilk kör, ilk körün karısı, şaşı çocuk, koyu renk gözlüklü genç kız, hırsız gibi hitaplar kullanılıyor. Bu detayın (detay sayılır mı pek emin değilim ama) kitabın kurgusunu oldukça güçlendirdiğini düşünüyorum. 5- Körlük’te sevmediğim tek şey bazı dil anlatım özellikleriydi. Bunlardan ilki, sürekli ‘’Eskilerden……… sözü çok doğru, bu durum için söylenmiş bir atasözü.’’ gibi bir süre sonra mide bulandırıcı olmaya başlayan cümleler. Diğeri ise yapılan bazı tespitlerin motto hatta slogan şeklinde verilmesi. Hoşuma gitmemesinden ziyade komik geldi diyebilirim, anlamsız olmuş-bence-. Kitap hakkında söyleyebileceğim çok fazla şey var ama bu kadarı yeter zannediyorum. Keyifli okumalar :)
Körlük
KörlükJosé Saramago · Kırmızı Kedi · 2022104bin okunma
·
107 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.