“Efendiiiim” diyor bankacı, “madem masamızda bu kadar değerli, bu kadar
önemli misafirler var; bir daha bu fırsatı bulamayız diye hâkime hanımdan,
meslek hayatı boyunca başından geçen ilginç anıları dinlesek diyorum.”
Kadın gülüyor, “Ayol” diyor, “ne önemlisi. Baksanıza buradaki herkes
bir başka âlem. Biz olsa olsa iki mütevazı hâkimiz.
Hem Ankara Üniversitesinde ders vermiş olan Ernst Reuter
ne demişti bilmiyor musunuz?”
“Hayır hanımefendi” diyor bankacı.
“Türkiye’de önemli insanlar değersizdir, değerliler ise önemsiz demişti.”
Az daha “Biz ikinci kategoriye dahiliz galiba” diyecekken susuyor;
övünmenin çok ayıp olduğu eski Türkiye kuralına göre böyle
yakışıksız bir şey söylemiyor.
“Ah ah ah!” diyor bankacı, “gördünüz mü, hanımefendi ağzını açtığı
anda bilgi, tecrübe ve kültür dökülüyor. Bu Reuter kim hanımefendi?
Şu haber ajansı mı ya da finans falan.”
“Hayır” diyor Atıf Bey her zaman olduğu gibi cehalet karşısında büyük bir
hayal kırıklığı hissederek, “ikinci harpte üniversitelerimize misafir gelen
Alman bilim adamlarından. Daha sonra Berlin’in ilk belediye başkanı oldu.
O şehirde büyük bir meydan var adına.”
Masadakiler “Oooo” falan deseler de konuyla fazla ilgilenmiyorlar doğrusu.
Onlara ne Reuter’den! Para etmez bilgiler bunlar ama Atıfet Hanım’m
eklediği bir şey çok ilgilerini çekiyor:
“Oğlu Edzard Reuter de Mercedes’in başkanı oldu.”
Masadaki erkekler heyecanlanıyorlar, hele onun da çocukluğunu Ankara’da
geçirdiğini ve Türkçe bildiğini öğrenince, acaba buradan bize ekmek çıkar
mı diye gözleri parlıyor. Kadınlar ise her şeye lakayt duruşlarını ve arada
bir çevreye göz atmak dışındaki ilgisizliklerini sürdürüyorlar.