Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

212 syf.
·
Puan vermedi
Daha önceden bu kitap için yazdığım bir inceleme yazısıydı. İncelemeden ziyade kitabın bende bıraktığı izlenimleri dile getirmeye çalıştım. Burada paylaştığım ilk inceleme de bu oluyor ayrıca. Keyifli okumalar. Günümüz insanı türlü dertlerin, sıkıntıların, belaların pençesinde çırpınmaktadır ve çırpındıkça da kurtulacağı yerde daha da derine batmakta ,umudunu yitirmektedir. Çünkü modern insan kendisini kurtaracağını sanıp sarıldığı o dayanıklı dalların esasında çalı çırpıdan ibaret olduğunu görmekte ve bir kurtarıcı bulma umuduyla oradan oraya koşturup durmaktadır. En nihayetinde insan için tek çözüm yolu yine kendisidir. Kanaatimce insan içindeki cevheri keşfetme yoluna çıktığında bir şeylerin düzeldiğini görecek en azından bu amaç uğrunda motive olacaktır. Peki nedir bu cevher ve nasıl bulunur? Bu sürecin zorlu bir süreç olduğu muhakkak. Özellikle günümüzde kendisini telaş ve hız çağı içinde buluveren insan için neredeyse imkansızdır. Fakat umut yok mu? Elbette var. Hayat her zaman onu bir yerden tutabilmemiz için bize olanaklar vermektedir. İnsan olarak bizler bu olanakları vesile yapacak ve her birimiz insanlık için bir meşale olabilme düşüncesiyle kendimize çekidüzen vereceğiz. Yeter ki isteyelim ve umudumuzu kaybetmeyelim. Ama daha önce de dediğimiz gibi günümüzde gereksiz bilgilerin, olumsuzlukların sağanağı altındaki insan için bu hayli zor. Bir telaş çağı içerisinde yaşıyoruz. Çevremizde olup bitiveren güzelliklerin farkında bile değiliz. Güneşin doğuşunu, bir tohumun patlayıp çiçek vermesini, kuşların cıvıltısını umursamıyoruz artık. Tüm bunlar bizim için gereksiz ayrıntılar. Geçip giden bu hayat sahnesinde bizim için önemli olan tek şey kariyerlerimiz, diplomalarımız, madalyalarımız…Ve tüm bunları elde edebilmek için kendimizi bulduğumuz yer delicesine bir telaş ve hızın tam da ortası. Acele edenin etmeyene üstün geleceği kanısındayız sanki. Halbuki acele etmek hayatı kaçırmak değil midir? Az önce de dediğim gibi kuşların cıvıltısını dinlemekten, güneşin doğuşunu izlemekten ve türlü türlü güzelliklerden bizi mahrum bırakan şey bu telaş ve acele değil mi? Bilmem kaç milyar yaşındaki bu dünyada ortalama 70 yıllık bir ömür süresince üzerinde asla hüküm sahibi olamayacağımız şeyler için bunca çaba ve gayret fazla değil mi? Esasında tüm bunların farkındayız ve kabul ediyoruz. Kendimize de itiraf ediyoruz ki içinde bulunduğumuz bu hal acınası bir haldir.Tüm bunların farkında olduğumuz halde bir şeyleri değiştirmek için ortada ne bir çaba ne de bir gayret var.Çünkü artık öyle bir konumdayız ki tüm kontrolü kendi ellerimizle o BÜYÜK BİRADER’e teslim ettik. Ve modern(!) insanlar olarak da bize düşen pay sadece yanıp yakılmak oldu. Bu duruma nasıl geldik? Medya aracılığıyla üstümüze başımıza boca edilen gereksiz bilgilerin sağanağından, hayatın amacı olarak gördüğümüz o içi boş şeyleri kovalama sevdasından vazgeçip bir kenara çekildiğimizde belki de bunun cevabını buluruz. Her şeye sahip olduğumuz halde niçin mutlu olamadığımızı ya da mutluluğun her şeye sahip olmaktan mı ibaret olduğunu işte bu sürecin sonunda daha net bir şekilde anlayacağız. Esasında en zengin insan ihtiyacı en az olan insan değil midir? Fakat bu çağ bizlere suni ihtiyaçlar yaratıyor ve biz buna hakim olamıyoruz. Kendimizi bir ihtiyaçlar silsilesi içerisinde buluveriyor ve tüm bunları hayatımızın olmazsa olmazları olarak nitelendiriyoruz. O ceketi almazsak hayatımızda bir şeylerin eksik olacağını sanmak ya da o ünlü kafeye gidip İnstagram’a bir fotoğraf atmadığımız taktirde kendimizi diğer insanlardan daha aşağı bir konumda olabileceğimizi düşünmemiz hep bu Modern Çağ’ın herzeleridir. Her zaman gözümüz diğerinin tabağında. Kendi önümüzdekine bakmıyoruz bile. Çünkü razı gelmiyoruz bizim olana. Daha fazlasını istiyor ve bunun için deliler gibi uğraşıyoruz. Tüm bu uğraşın sonunda kazandıklarımızdan sual eden insanlara da ‘’Üzümünü ye bağını sorma’’ cevabını veriyoruz. İşte Modern Çağ bizlere üzümü yedirip bağının sorulmaması gerektiğini öğütlüyor. Eğer yüreklerimizde insan olabilmenin derdini taşıyorsak, biz önce bu bağın nereden geldiğini soracak daha sonra o üzümü yiyeceğiz. Geçip giden bu hayat deveranında insan olarak bize düşen budur. Ancak bu çağda insan, insani yönünü unuttu. Robotlarla yarışıyoruz artık ya da belki de robotlar gibi yaşıyoruz. Dolayısıyla tüm güzellikleri bu amaç uğruna ıskalıyoruz. Niteliği unuttuk ve nicelin kurbanı olduk. Çünkü bizler için bir şeyin ne denli iyi ya da kötü olduğu önemli değil. Bunları sorgulamıyoruz bile. Tek önemli olan şey sayılar. Ne kadar çok, ne kadar fazla? Üretmemiz gerekiyor hem de hiç durmadan üretmek. Üreteceğiz ve daha sonra o ürettiklerimizin esiri olacağız. Biz onlara değil onlar bize hükmedecek. Binlerce yıllık insan macerasının hazin bir sonudur bu. Evlere kapandığımız bu süreçte bir şeyleri artık daha net görebilmeliyiz. Devletler tüm bu virüs tehdidine karşı fabrikaları tam kapasite çalıştırmaya devam ediyor. Sanırım bu virüs fabrikalarda ve diğer üretim yerlerinde paydos ediyor. Ülkeler bir şekilde üretebilmenin peşinde, çünkü üretmemek demek bu sistemin iflası demektir. Çalışanların enfekte olması ya da ölmesi kimsenin umrunda bile değil. Yeter ki üretelim. Şu manzaraya bakın ki kendi elimizle kurduğumuz bu sistem kendi sonumuzu hazırlıyor. Yunan mitolojisindeki Sisifos’tan pek farkımız yok aslında. Önümüzdeki kayayı zirveye kadar yuvarlıyor, yuvarlıyor ve en sonunda o kayanın altında kalıyoruz ve her defasında bunu tekrar tekrar yapıyoruz. Bunun sebebi hiçbir zaman umudumuzu kaybetmediğimizden değil, bu çağın bizi buna zorlamasından kaynaklanıyor. Modern çağ her defasında altında kalacağımız o kayanın ebatını, rengini, şeklini değiştirip tekrar önümüze koyuyor ve ‘’Haydi zirveye’’ diyerek sırtımızı sıvazlıyor. En nihayetinde bu kayanın altında kalacaksam ne diye tüm bu uğraş demek aklımızın ucundan bile geçmiyor. Çünkü o kayanın altında her kalışımızda muhakeme gücümüzden bir şeyler kaybediyoruz. Yazımızın son kısmında merhum Necip Fazıl Kısakürek’in Destan adlı şiiri aslında tüm bu yazının özeti mesabesinde olacaktır. Bu çağı ve bu çağın fiyakalı kaybedenlerini usta şair şöyle açıklıyor: Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden, Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet; Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum; Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum! Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey, … Nefes aldığımız süre boyunca o ‘’Her şeyi tutan bir şey’in’’ peşinden inatla gidebilmek dileğiyle…
Modern Dünyanın Bunalımı
Modern Dünyanın BunalımıRene Guenon · İnsan Yayınları · 2016506 okunma
··
1.348 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Hüseyin K okurunun profil resmi
Sadra şifa bir inceleme olmuş. Kaleminize sağlık..
Deniz okurunun profil resmi
kelaminiza sağlık çok güzel özetlemişimsiniz bende bir kaç şey söylemek istiyorum kapitalizmin ve emperyalizmin getirileriyle birlikte modern toplumunda bunalıma girdiği bir çağda yaşıyoruz.insanlarin daha çok robotlastirdigi ve bundan ötürü üretmedigi bir çağda yaşıyoruz.
Sidar süer okurunun profil resmi
Doğru söze ne denir ki ...kaleminize sağlık...
E.Demir okurunun profil resmi
İlk ve son olmasın devamı gelsin inşallah. Kaleminiz ve kelamınız çok güzel. Daha nice incelemeleri okumak dileğiyle. 🌿
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.