Elimde okurken beni sinir krizine sokmaya ramak kala biten ne idüğü belirsiz, ne amaca hizmet ettiği belirsiz, hangi maksatla yazıldığı belirsiz saçma bir kitap var. Adı Otranto Şatosu!
Otranto Prensi Manfred’in oğlunun ölümü ile başlayan kitap, saçma sapan bir sayfalar yığını sanırım. Gotik edebiyat türünün ilk örneği sayılan bu eser Horace Walpole tarafından kaleme alınmış. Kendisinin söylemiyle “düşümden uyandığımda o şatonun içinde dolanıyordum ve kalktığımda bu hikayeyi yazmaya başladım” dediği kitabı keşke hiç yazmasaymış. Ya da ne bileyim ben dostumun sözünü dinleyip bu kitabı keşke almasaymışım
Olan oldu deyip hikayeyi bitirdim lakin İngiliz asilzadelerinin gereksiz boş konuşmalarını okumak beni az kalsın bayıltacaktı. Yani adam alt tarafı “o köylü ile bir ilişkin var mı?” diye soracak bu neden dört sayfa sürüyor arkadaşlar? Yok “asil ruhunuz beni etkiledi”, yok “saf kanınızın verdiği bilgelikle bunu anlamanız beni şaşırtmadı”, yok “ruhunuzun temizliği efendinize olan bağlılığınıza ihanet etmenize izin vermiyor” sürekli bir girizgah, sürekli bir pohpohlama, sürekli bir boş boş konuşup olayı uzatma telaşı!
Tamam! Hadi 18. yy kafasıyla kaleme alınmış, tamam türünün ilk örneği, tamam betimleme yok konuşma ağırlıklı falan filan da resmen esas konusu; iki tane orta yaş krizi geçiren sözüm ona asilzadenin kendi kızlarını birbirine peşkeş çekmesi olan hikayenin içinde konuşan bir tablo var diye gotik diye bize kakalamışlar ya la!
Neyse ki sonunda herkes geberdi de ben de derin bir oh çektim demek isterdim ancak kiliseye çekilip tacı tahtı bıraktılar anca. Hani ben ne okudum, ne oldu, ne bitti? diye soracak olsam bir cevap veremem. Harcadığım vakte yazık oldu diyelim.
A hocam Horace ağlıyor! Asil ruhu zedelendi galiba! Neyse biz onu bir sakinleştirmek için tuvalete götürelim. Gel benim güzel yüzlü, boş konuşan, siyaset ehli bilge lordum. Yüzüne bir su çarpalım.