Gönderi

Mekkelilerin Peygamberi Aşağılama Yöntemleri
Muhammedi Davet başladığında, yukarıda kısaca özetlediğimiz manzaranın hâkim olduğu Mekke önce bu daveti umursamadı. Onlar Muhammedi Daveti, bölgede ender de olsa ara ara görülen ve “Hanifler” olarak isimlendirilecek olan bireysel ahlâkçıların daveti gibi “aykırı" ama güçsüz ve “egzantrik" bir çıkış sanmışlardı. Bunda, onların hakkı ve haklıyı güce ve güçlüye indirgemelerinin payı büyüktü. Onların nazarında Hz. Muhammed, “Abdulmuttalib'in yetimi” idi. Ona el-emin (güvenilir kişi) ünvanını vermiş olmaları dahi müstağniliklerinin bir göstergesiydi. “Güvenilir” olana, ünvanını dahi onlar veriyorlardı. Bu, iyi ve kötüyü belirleme hakkını kendilerinde gördüklerinin bir göstergesi olarak da okunabilir. Gerektiğinde verdikleri ünvanı geri alabileceklerini, tam tersini yaparak birinin şeref ve itibarını söndüreceklerini düşünüyor olmalıydılar. Muhammedi davet, önündeki engelleri ağır ve emin adımlarla aşarak yol alırken, Mekke ticaret toplumu aldırmazlık ve suskunluğa mahkum etmenin işe yaramadığını görerek alay ve iftira kampanyası başlattı. İlk kampanyalardan birinde kullandıkları çirkin yafta, “kuyruksuz” ya da “kuyruğu kesik” anlamına gelen ebter idi. Bununla onun erkek evlâdının olmadığını ima ediyor olmalıydılar. Mekke ticaret toplumunun bakış açısına göre oğlu olmayanın “soyu kurumuş” demekti. Bu kampanyaya cevap bizzat vahiy tarafından verilecektir: “Kuşkusuz (şu) seni karalayan var ya; işte odur arkası kesik olan!” (108.3) Bu kampanyalar sırasında kullanılan yaftalardan biri de "deli" (mecnun) aşağılaması idi. Onun akıllı, hem de içlerindeki en akıllı insanlardan biri olduğunu bilmiyor olamazlar. Fakat şimdiye kadar tüm muhaliflerini bazen ezerek bazen de satın alarak susturan, üstelik gücünü sadece kendi bölgesinde değil komşu bölgelerde de kabul ettiren Mekke seçkinlerine karşı tek başına meydan okumasını akılları almıyordu. Onun için de “deli” suçlamasına başvuruyorlardı. (44.14) Kur'an, Hz. Peygamber'i suçlayanlara cevap vermeye bile gerek görmeyip, bu suçlamanın kale alınacak bir şey olmadığını ima etti. Bunun gerekçesi kabilinden de “Rabbinin lutfu adına; sen deli değilsin ki” (68.2) dedi. Kâhin ve sihirbaz, ona yönelik aşağılama örnekleri arasındaydı. Kur'an doğal olarak bu suçlamaları da ciddiye almadı ve Hz. Peygamber'in de ciddiye almaması gerektiğini ima etti. Fakat Kur'an'ın aşağılama saydığı bir isimlendirme, yukarıdakilerden farklı olarak dikkat çekiyordu: Şair. Kur'an'ın bu nitelemeyi niçin kesin ve keskin bir üslüpla reddettiğini anlamak için, o dönemin şairine yüklenen misyonu bilmek gerek. Söz konusu misyon, kâhin ve arraf isimleriyle ifade edilen misyondu. Her şair kâhin değildi belki, fakat her kâhin şairdi. Cahiliyye edebiyatından bize kadar ulaşan hemen tüm kehanetler aynı zamanda etkileyici bir şiirselliğe sahiptir. Bütün bu aşağılama furyasının nedeni, Kur'an vahyinin ilk muhataplarını büyüleyen etkisini sıfırlamaya yönelikti. Çünkü Kur'an, Cahiliyye Arabistanı'nın yükselen değeri belâgat alanında, ulaştığı herkese meydan okuyordu. Mekke ticaret toplumu, bu yeni hitabın sesini boğmak için çırpınıyordu. Onun Arab'ın yumuşak karnı belâgat kapısını kullanarak, oradan eşsiz mesajıyla akıllara ve yüreklere girmesinin önüne geçmek için, Hz. Peygamber'in şahsını hedef hâline getirdiler.
Sayfa 179-181
·
13 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.