Gaydar'ın babası Rüstem Hamzatbekov otuz sekiz yıl demiryollarında
çalıştıktan sonra yorgun bir beden ve hâlâ unutamadığı karısının hediyesi
olan kırık bir kalple emekli olmuş, Almatı’daki küçücük evine kapanmıştı.
Gaydar'dan sonra iki çocuğu daha gitmişti Moskova’ya;
abileri onlara göz kulak oluyordu. Yaşlı adam, Sovyetler Birliği dağılıp da
Kazakistan bağımsızlığına kavuştuğu dönemde, koskoca bir ömrü
boşuna harcamış olduğu duygusundan kurtulamadı.
Madem kapitalist ekonomiye geçmek için o kadar acele ediyorlardı,
niçin Batı’ya karşı onca insan kurban edilmişti? Madem sınıflı topluma
geri dönmek için aceleleri vardı; iç savaşta ölen milyonlara yazık olmamış mıydı? Kısacası yeni düzen hoşuna gitmediği için kendini eski küçük dünyasına
hapsetmiş, komünizm yıkılmamış gibi yaşamayı sürdürmüştü.
Büyük oğlu Gaydar’ın çok zengin olduğu geliyordu kulağına;
kendi küçük yaşamında ise her şey eskisi gibiydi.
Gorki’nin romanları, Şostakoviç’in müziği, Yesenin’in şiirleri,
Çehov’un hikâyeleri; onu kendi zaman diliminde yaşatmayı başarıyordu.
Gaydar birkaç kez babasını Moskova’ya davet etmişti, yaşlı adamınsa
uzaktan uzağa kulağına gelen Yeni Rusya’yı görmek için o kadar uzun bir
yolculuk yapmaya hiç niyeti yoktu. Ne var ki bir gün reddetmenin çok zor
olduğu bir davet aldı oğlundan. Gaydar telefonda, “Baba” diyordu,
“oğlum Sancar yedi yaşına giriyor. Ona bir yaş günü yapıyoruz.
Sen de buyur gel, daha torununu görmedin, o da seni görmedi;
uçak yollayacağım baba, buyur gel.”
Rüstem her şeye rağmen oğlunun haklı olduğunu düşündü,
aile meselesi başka bir şeye benzemezdi. Sadece resimlerini
gördüğü torunu Sancakla tanışmanın da vakti gelmişti.
Sonunda Gaydar’a “Peki” dedi, “uçak filan istemez, ben gelirim.”
Bir hafta sonra Moskova’daydı; adı yazılı otele giderken
caddelerdeki tuhaf arabalara, şık giyimli insanlara, trafik sıkışıklığına,
mağazalara, dükkânlara hayretle bakıyordu. Bir zamanlar Stalin’in gölgesi
düşen şehre hiç benzemiyordu artık. Gorki Caddesinin adı da değiştirilmiş,
tekrar eskiden olduğu gibi Tverskaya yapılmıştı.
Yaş gününün yapılacağı lüks otel de oraya yakındı zaten.
“Bu şehir bizim Moskovamız mı, Napoleon’a karşı Kutuzov’un yaktığı
şehir mi, başka bir yer mi?” diye düşünerek o
Batı otelinin şaşaalı kapısından girdi, şaşırtıcı derecede lüks lobiden
geçerek kendisine gösterilen salona gitti.
O girdiğinde, davetlilerin çoğu gelmiş, masalar dolmuştu. Smokin giymiş
olan Gaydar babasını görür görmez yanına koştu, Kazak terbiyesine
uygun olarak elini öptü ve o eli bırakmadan salonun ortasına geldi.
Orkestraya susmasını işaret ettikten sonra babasını konuklara tanıttı.
Herkes alkışladı, sonra Sancar gelip dedesinin elini öptü, Katya zarif bir
reveransla saygılarını sundu, yaşlı adam öteki iki oğluyla hasret giderdi.