Bizler için zamanın başlangıcı belirsiz gibidir. Yine de elest bezmine kadar gider, geçmişe dair bilgimiz. "Belâ" yani "Evet, Rabbimizsin' dediğimiz güne kadar. Ötesini bilmeyiz. Fakat șu bir gerçek ki kabre konulduğunda, zaman da durur ölen için. Hâlbuki insan, daha doğumunda âdeta zamanla yarışa girmiş değil miydi? Ama bilmiyordu ki zaman denilen mefhum yaşlanmaz, yaşlandırır. Üstelik çok da sabirlıdır. Her şeyi zamana yani yine kendine bırakır.
Peki buna mukabil, Âdemoğlu ne yaptı? Önce zamanı anlamaya ve hayatında bir yere konumlandırmaya çalıştı. Sonra onu kâh bir kum saatinin haznesinde, kâh bir mumu eriten alevlerin içinde, kâh mekanik çarklar arasında zaptetmeye uğraştı. Saat kisvesiyle onu bazen en sevgili eşyası olarak koynunda sakladı, bazen de onun için özel kuleler yaptırdı. Böylece vakte hükmettiğini zannetti. Fakat asıl muvaffakiyetin, o vakitleri nerede ve hangi uğurda harcadığıyla doğrudan irtibatlı olduğunu anladı mı?