Gönderi

152 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
20 günde okudu
Tanrı öldü ve ben de pek iyi hissetmiyorum! 
“Tanrı öldü’yle ‘Nietzsche öldü’ arasındaki fark nedir? ‘Tanrı öldü’ diyen Nietzsche’ydi, ‘Tanrı da ‘Nietzsche öldü’ dedi. Peki ‘Tanrı öldü’ diyen Nietzsche’yle ‘Nietzsche öldü’ diyen Tanrı arasında ne fark var? ‘Tanrı öldü’ diyen Nietzsche ölmemişti, ama ‘Nietzsche öldü’ diyen Tanrı bizatihi ölmüştü.” Tam bir komik etki için hayati olan şey aynılık beklediğimiz yerde bir farklılık olması değil, farklılık beklediğimiz yerde bir aynılık olmasıdır; bu yüzden, Alenka Zupancic’in belirttiği gibi, yukarıdaki fıkranın materyalist (bu yüzden de tam olarak komik) versiyonu şöyle olmalıydı: “Tanrı öldü. Ve aslında, ben de pek iyi hissetmiyorum …" Zizek'in aktardığı bu fıkra , bütün kitabı okurken Cioran' ın ve belki de çağdaşların denk düştüğü  yeri işaret etmekte fayda sağlayabilir. Umutsuzluğun Doruklarında daha ilk sayfalardan itibaren sık sık Nietzsche'yi ve onun da ilk eseri olan Tragedyanin Doğuşu' nu anımsatıyor. Apolloncu Batı kültürüne Dionysos'u hatırlatarak her şeyin merkezine aklı koyan , insanı her şeyin ölçütü yapan modern aklı ikiyüzlülükle suçlar Nietzsche. Zira o akıl Nietzsche'yi haklı çıkararak iki büyük savaş, Hiroshima,Autzwitch vb. sonuçlar doğurmuştur. Apolloncu akıl medeniyetin, kültürün ve  şehrin dışındakini her zaman barbar olarak ötekileştirir. Ve bu karşıtlık o kadar ileri bir noktaya varır ki "biz" ve "onlar"  şeklinde bir karşıtlık yaratarak kendinden olmayan herkesi, her şeyi ( buna doğa da dahil) nesneleştirip ötekileştirmeye varır. İşte Nietzsche kültür öncesi tanrısı Dionysos'u klâsik 'yüce' Aydınlanmacı kültüre ve onun tanrısı/ tanrılarına karşı tahttan düşecekleri bir başka form olarak  vermişti. O yüzden Tanrı öldü. İnandıkları tanrıları öldü. Cioran'da da bu Dionysosçu övgüleri görmemek mümkün değil. Logos'u reddedercesine kavramların yoğunluklarını yitirdiği, ifadelerin gücünün önemsiz kaldığı, sözcüklerin boş yankılardan ibaret olduğu bir sessizlik aşkına yönelir Cioran . Ama aydınlanmışlık, bilinç ve doğal olarak uykusuzluk peşini bırakmaz. Tıpkı İngmar Bergman' ın Persona filmindeki başkarakterin logos öncesi bir döneme özlemi hatırlatan suskunluğunun yine Apolloncu , aydınlanmacı aklın en görünür temsilcilerinden olan bir 'doktor' tarafından aşağılanması gibi. Her tarafından yaşam fışkırıyor diyen doktor gibi kültür de Cioran'ın öfkesini aşağılayıp reddeder. "Sağ salim kurtulamayacağımız deneyimler vardır. Yaşandıktan sonra, artık hiçbirşeyin anlamlı olamayacağını duyumsatan deneyimler. Yaşamın sınırlarına eriştikten sonra, o tehlikeli sınırların potansiyelini bütün aşırılığıyla yaşadıktan sonra, gündelik edimlerle hareketler tüm albenilerini, tüm çekiciliklerini yitirirler. " diyerek aydınlanmanın diyalektiğini belki de Adorno'dan bile önce keşfetmiştir. Öylesine sınıra vardık, öylesine ilerledik ki artık her şey sıradanlaştı. Ve düşüşe, çöküşe, tüketmeye geçtik. Cioran tam da bu çöküşün yaşandığı dönemin insanlarındandır. Doğayı fethettik, kültürü ürettik, Tanrı'yı da öldürdük. Peki şimdi? Hiç birşey kalmadı bari birbirimizi yiyelim. Artık fethedilecek, tüketilecek tek şey insan, insan bedeni. Haneke' nin Funny Games filminde ters yüz edildiği üzere artık insan bir oyun oynama nesnesidir. Hem de beyaz giyinmiş, aydınlık yüzlü gençler tarafından. Cioran işte tam da bu noktaya gelen insanlığa karşı şiddetli bir refleksin/ öfkenin dışavurumunu adeta çığlıklar halinde dile getiren bir öncüdür. Nietzsche gibi değildir artık. O yaşamı da aklı da övmez. " Yaşamı övmek nasıl bir dengesizlik işaretiyse, zihni övmek de bilinçsizlik ifadesidir" "İyi de ne yaşamı ne zihni göklere çıkarabilen kişi ne yapsın? " der. Tanrı ölmüştür ama biz de ölmekteyizdir. Doğa gene baskın çıkmaktadır. Bastırdığımız her şey daha da güçlenerek karşımıza çıkmaktadır. Bu ölüm takıntısı Cioran'a uyku uyutmaz. Uykusuzluğunun da tesadüfi olduğunu düşünmüyorum. Sürekli bir bilinç açıklığı çünkü, ancak uykusuz kalarak olur. Kendi doğasına uymayan bir dünyada insan 7/24 açık kalmaya, uyumamaya zorlanmaktadır. Çünkü uyumak bu büyük düzenden kopmaktır. Bilincin terkedilmesidir. Cioran bu trajediyi bizzat kendi bedeninde , henüz 23 yaşında ,  tüketimin bunca karanlık olmadığı bir dönemde,kendinden sonra olanları hissediyormuş gibi yaşamıştır.  "En mutsuz insanlar, bilinçsizliğe hakkı olmayan insanlar. Bilincin sürekli açık olması, insanın dünyayla ilişkisini durmaksızın yeniden tanımlaması, bilginin aralıksız geriliminde yaşaması ömür boyu yittigini gösterir."  Bu anlamda oldukça umutsuzdur. Çünkü bütünüyle reddedici olmak zorunda hisseder kendini. Tüm bunların bir anlamı yoksa neden yaşıyoruz? Demek ki doğmuş olmamın kendisi bir  sorundur. Doğmuş olmanın sakıncası üzerine kitap yazmak da boşuna değildir. Ama yine de vazgeçemez Cioran bile . 'İnsanlığımdan çok sıkıldım. Elimden gelseydi, ondan vazgeçerdim' der. Ama hemen ardından  " İyi de , neye dönüştürdüm o zaman? Bir hayvana mı? " diye sorar. Bu bir çelişki de değildir Cioran için. Çünkü ona göre diri ve sağlıklı bir zihin çelişkili olmalıdır. Tutarlılık, değişmez görüşler ona göre değildir. Zaten eserini bütünlükten ziyade fragmantal, adeta dağınık bir şekilde yazmıştır.  Nietzsche gibi Dionysosçu bir özlemle yer yer deliliği, çelişkiyi ve kendinden geçme hâlini yüceltse de kitabın sonlarına doğru ümitsizligini yineler.  "Bilinç hayvanı insan insanı da iblis yapmış, ama daha kimseyi Tanrı' ya dönüştürmemiştir; her ne kadar dünya bir Tanrı'yı çarmıha göndermekle övünse de. "  Tanrıyı öldüren insanoğlu haklı olarak onun yerine bir şey bulmaya çalışmış,ama buldukları şeyler (insan, akıl, kültür,sanat vb) eksik kalmıştır. Postmodern toplumumuzda her şeyin böylesine göreceli ve her tarafa çekilebilir olması artık kimsenin iyiliğe ve kötülüğe, ahlaka ve ahlaksızlığa yekpare bir şekilde bakmamasından, dolayısıyla bir 'ideal' fikrinin oluşamamasından kaynaklanmaktadır. Bu da krizdir. Kültür krizidir. (Terry Eagleton bunu  "Tanrı' nın Ölümü ve Kültür" kitabında  açıklamıştır.)  Cioran bu postmodern dağınıklığı şiddetle hissedip yansıtmış, bütün hüznü ve acısı ile , ölüm korkusunu dışlamadan içtenlikle bir zehri kusar gibi kusmuştur. O zehir okudukça bize de geçmektedir. Tanrı ölmüştür ve kimse pek de iyi hissetmemektedir.  O yüzden Cioran'ı ve öfkesini okumakta fayda var, üzerine konuşulacak çok şey var,  ama giderek renkleri solduracak flu bir umutsuzluğa kapılma riski de var . Bu da Cioran okumanın bedeli herhalde. Cioran'ı okumak zihinde onlarca kapı aralıyor bu yüzden dağınık bir yazı olmuş olabilir. Umarım faydalı olur .Buraya kadar okuyan herkese teşekkürler. 
Umutsuzluğun Doruklarında
Umutsuzluğun DoruklarındaEmil Michel Cioran · Jaguar Kitap · 20191,435 okunma
··
342 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.