Gazeteci Arif Tozan kül yutmuyor
“Yarınki köşe yazımda bu daveti anlatmalı mıyım acaba?
Bilemiyorum ki. Eskiden böyle yazıları zevkle okuyordu millet ama şimdi
bir öfke modası başladı. Kıyak yemek, kıyak gezi, kıyak uçak bileti
diyerek her şeye kızıyor okurlar. Belki de kendilerinin çektiği sıkıntılar
artarken, gazetecilerin hayatın güzelliklerini yaşamasını kıskanıyorlar.
Ama bu otelden söz etmemek de olmaz, hem davet sahiplerine ayıp
hem de bundan sonraki ağırlamalar, indirimli odalar tehlikeye girer.
En iyisi bu olayı, ekonomiye katkı olarak ele almak; buna bir de
yabancı sermaye girişi eklenirse; ülkenin çıkarları gündeme gelir,
buna da kimse sesini çıkaramaz.”
Arif Tozan, çalıştığı gazeteye ofset çırağı olarak girmiş, zamanla yükselmiş,
gazetenin dağıtım, insan kaynakları gibi çeşitli birimlerinde çalıştıktan
sonra halkın dertlerini dinleyip yansıtacağı bir köşe açılmıştı ona.
Kurnaz bir insandı, yazarlık deneyimi yoktu ama gerçek yazarların
kibrine gıcık olarak "odunu koysam yazar yaparım” diyen daha büyük
egolu patron sayesinde bir köşeye kavuşuvermişti. ilk başta arkadaşları
yardım ettiler; sonra kendisi de alıştı - şu de’leri, da’ları nasıl yazacağını
hâlâ bilemiyordu ama olsun, herkes böyleydi artık.
Zaten yazılar ne kadar basit olursa o kadar çok okunuyordu.
Zamanla ünlü oldu; çünkü çalıştığı bol resimli, bol renkli gazetenin
politikasına uygun olarak halkın anlayacağı gibi yazıyordu.
Zaten başka türlüsü elinden gelmezdi.
Hatta Türk basınına bulaşıcı hastalık gibi yayılan, en ciddi gazete
yazarlarının bile öykündüğü bir "tarz” yaratmıştı el yordamıyla,
insanların paragraf ve blok halinde yazıları okumadığını fark etmişti.
Nereden mi? Kendinden elbette.
Daha bakarken bile içini sıkıyordu böyle yazılar.
Bu yüzden köşe yazılarını şöyle yazıyordu örneğin:
Otobüse bin.
Vapura bin.
Oradan in, metroya bin.
Hepsi kalabalık.
Hepsi mahşer gibi.
Bu gidişin sonu ne olacak?
Bu şehir, daha kaç kişi alacak içine?
Geçenler de televizyonda dinledim.
Osmanlı atalarımız zamanında, elini kolunu sallayan giremezmiş bu şehre.
Sayın Cumhurbaşkanımız, belediye başkanıyken ne demişti?
“İstanbul'a girmek için vize mecburiyeti olsun” demişti.
İşte devlet adamı, işte plan, işte program.
Hadi yetkililer.
Hepinize sesleniyorum.
İstanbul için bir tedbir alın.
İş işten geçmeden!
Yoksa bu milletin ahım alırsınız.
Bu yöntemle, konuşur gibi yazdığı yazılar dillere düşer,
herkes tarafından beğenilirdi. Kimi zaman futbol üstüne yazardı,
denk getirirse de fazla suya sabuna dokunmadan siyaset üstüne.
Bazen kızdığı bir futbol kulübü çalıştırıcısına, gazetecilik deyimiyle
“çakar” ve yazıyı şöyle bitirirdi:
Hoca, hoca,
top yuvarlaktır derler.
Üstüne basarsan senide yuvarlar ha.
Hemde cehennemin dibine.
Dost acı söyler.
Ben uyarmış olayımda.
Son pişmanlık ele geçmez.
(Aslında son pişmanlık fayda vermez demek istiyordu.)
Takım o hafta yenilmişse, hocaya kızan taraftar, Arif Tozan’a kutlama
mesajları yağdırırdı. “Ellerin dert görmesin hocam” mesajları
Arif Tozan’ın hoşuna giderdi elbette; “hay ağzını öpeyim mesajlarından da”
-futbol fanatiği oğlanlar gözünün önüne geldiği için- midesi bulanırdı.
Bu üslup Türk basınında o kadar tutmuştu ki, kendisi gibi alaylı olmayan,
üniversite mezunu, yabancı dil bilen ciddi yazarlar bile yazı biçemlerini değiştirmişlerdi. Örneğin eskiden bir konuyu şöyle yazarlardı:
Kürt sorununda çözüm sürecinin ulaştığı bu yeni aşamada;
Ankara’nın, kendisine düşen görevi yerine getirmesiyle ilgili
kuşkular giderek artıyor. Yaklaşan bahar aylarıyla birlikte, zorlu
kış koşullarının biteceği, bu yüzden dağdaki gerillanın hareket
kabiliyetinin artacağı düşünülürse, çatışmasızlık ortamının sürdürülebilmesi için hükumetin daha önce üzerinde mutabık kalınan “yol haritasındaki ev
ödevini yerine getirmesi ve gerekli adımları atması şart.
Ne var ki bu kadar basit tümceler bile okunmuyordu artık;
halk her gün dozu artırılan bir uyuşturucu gibi, en ciddi konuların bile
sloganlarla yazılmasına alıştırılmıştı, ister istemez şöyle yazmaya başladılar:
Havada bahar kokusu var,
İstanbul’da ağaçlar çiçeklenmeye başladı.
Kazancakis’in dediği gibi;
“Erik ağacı tepeden tırnağa çiçek açarak konuşuyor.”
Baharın ve Nevruz’un hepimize sevinç getirmesi gerekir değil mi?
Ne gezer?
Çevremdeki herkes keyifsiz, umutsuz!
Çünkü kimse hükümete güvenmiyor.
Güneydoğu’daki sarp dağların karı eriyor, yollar açılıyor.
Gerilla bu yollardan geri dönecek.
Peki bu durumda çatışmasızlık süreci nasıl devam edecek?
Ya tekrar analar ağlarsa?
Yazık olur.
Bunca emeğe yazık olur.
Havada bahar kokusu var
Ama benim içimde kuşkular.
içim sıkılıyor.
Yabancı yazarlardan yapılan alıntılar işe bir kalite katıyor,
bu yazılar da beğeniliyordu ama Arif Tozan’ınkiler kadar değil.
Çünkü o halk adamıydı, halkla aynı dili konuşuyordu. O kadar ünlü
olmuştu ki sokağa çıktığında, daha çok “alt tabaka”,
“Arif Abi, kurban olim sana” diye sevgi gösterilerinde bulunur,
büfeciler “Arif Abi bir ayranımı iç” diye haykırırdı.
O da adamcağızın gayretini boşa çıkarmak istemez, ikram edilen şeyi
mutlaka kabul ederdi. Adaylığını koysa vekil seçileceğine kimsenin kuşkusu yoktu.
Ah bir de, bu akşam, o sofrada önüne getirilen, içinde limon dilimi
yüzen suyun ne işe yaradığını bilebilse... içsen içilmez; çünkü su,
bardağa değil, küçük porselen bir kaba konmuş; ama belki de sosyetede
âdet böyledir; yemek arasında içilen limonlu suyu böyle getiriyor olabilirler.
Minik kabı alıp suyu içiyor. Bir süre sonra çevresindekilerin o kaba
parmaklarının ucunu batınp ellerini temizlediklerini, sonra da kocaman,
kolalı patiska peçetelere kuruladıklarını görüyor; o zaman limonlu suyun
ne işe yaradığını anlıyor. Acaba kendisini gören olmuş mudur?
“Aman canım” diyornkendi kendine, “görseler daha bile iyi, biz halk adamıyız.
Babamızın evinde mi gördük bunu?” Ötekilerin de görmediğine emin.
Ne diyordu o reklam: “Yok birbirimizden farkımız.”
Külyutmaz Arif Tozan’a göre, o masadakilerin de, o salondakilerin de hepsinin
dedesi, ninesi köylü. Bu yüzden nefret ediyorlar köylülerden.
Kendi geçmişlerini hatırlattıkları için. Ama bu yanında oturan uzun
bacaklı yosma gibileri Rumeli köylüsü;
Anadolu’dan böyle bacak çıkmaz. Allah için güzel haspa.
Sayfa 251 - 27 numaralı masadaki insanlara dair - Gazeteci Arif Tozan kül yutmuyor!Kitabı okudu