Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

160 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
35 saatte okudu
Ömer Zülfü Livaneli benim için eserleriyle,sesiyle, duruşuyla farklı bir yere sahip olan sanat adamı. Okuma alışkanlığı kazandıran yazar. Kitap Ortadoğu ve Batı’nın arasında okura oldukça öğretici yenilikler dolu bir roman. Öyle ki kitabı okuyunca Yezidi’leri araştırmak için tıpkı benim gibi kendinize engel olamayacaksınız. Bir çok dine ev sahipliği yapan Mardin’e gitmek için bir sebebiniz daha olacak. Huzursuzluk’ un bir çırpıda merakla okuyabilceğiniz bir kitap olduğuna emin olabilirsiniz. Kitabın girişindeki alıntı, sizi derinden sarsacak sarsıcı olayların habercisi niteliğinde. Metin boyunca okurun his dünyasına nokta atışı yapan altı çizilesi alıntılarla Livaneli, bizi sevda ile acının, savaş ile mücadelenin, dünün kadim bilgisiyle bugünün birleştiği yerçekimsiz bir dünyaya götürürken, Doğu ile Batı arasındaki dengeyi ve aydın sorumluluğunu da sorguluyor. Romanın kişide okuma isteğini perçinleyen bir diğer özelliği ise, bölüm başlıklarıyla öykünün gidişatı arasında kurulan uyumlu yakınlık. Karakterlerin tanıklıklarıyla ilerleyen romanda aradan çekilen yazar, bizi zihnimizden asla izi silinmeyecek bir gerçeklik duygusuyla ve karakterlere karşı gelişen önlenemez bir yakınlık duygusuyla baş başa bırakıyor. Huzursuzluk ’ta ancak yaşayanın anlayacağı toplumsal yaralardan söz açıyor Livaneli. Zira bu kadim toprakların yazgısı ona uzaktan bakanın anlayamayacağı, içine girmeden, kokusunu, derdini, çığlığını birebir hissetmeden yakınlık kuramayacağı türden. Fakat bunu yaparken metinle mesafesini öyle iyi kuruyor ki ajitasyona, sulu zırtlak bir iğdiş edilmişliğe yer bırakmıyor. Satırları takip ederken karakterlerin yaşadığı acıya ortak olma, onları anlama, kederlerini tahmin etme çabasına giriyorsunuz ki bir romanın her çağda önemli bir misyonu böylece yerine gelmiş oluyor. Yapaylıktan, yazarın karakterlerle, karakterlerin metinle, metnin okuruyla arasında örülmüş duvarlardan eser olmayan tertemiz, duru, yalın ve yakın bir roman Huzursuzluk. Yer yer, coğrafyaya dair meseller, dizeler ve sözlü tarih alıntılarıyla canlanan Huzursuzluk, kitap bittiğinde okuyanı, acının mesafesiyle ilgili düşünmeye de sevk ediyor. İbrahim gazetecidir. Çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine yaşadığı İstanbul’un o keşmekeş kalabalığından sıyrılıp Mardin’e doğup büyüdüğü topraklara gider. Niyeti arkadaşının ölümünü araştırmaktır. Hüseyin’in büyük bir tutkuyla sevdalandığı yezidi (ezidi) kızı Meleknaz’ın peşine düşer. İçine düştüğü girdap tüm gizemiyle onu diplere doğru çekerken diğer taraftan da bir Ortadoğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır. IŞID zulmü… İbrahim’e bu konuda ilk anlatı arkadaşı Mehmet’in babası Fuat amcadan gelir. Bu bölüm için, kitabın en can alıcı kısımlarından biri diye bilirim; “Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Develer çölde üç hafta aç susuz yemeden içmeden yol alabilirler. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparıp çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan tadı ile dikenin tadı devenin çok hoşuna gider. Yedikçe kanar, kanadıkça yer. Eğer engel olunmazsa deve kan kaybından ölür. Bunun adı haresedir. Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum. Tarih boyunca birbirlerini öldürür ama kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kan tadından sarhoş olur.” Livaneli, bu romanında orta doğunun en insafsız yüzünü, savaşı, yoksulluğu, vatansızlığı, açlığı, ölümü, bir paket sigaraya satılan Ezidi kızlarını, ölümden beter kaçışları anlatıyor. Kendi kanına doymayan doğunun haresesini, batının tükenmek bilmeyen ırkçılık hareketleriyle, acının ve kanın kaderini birleştiriyor, IŞID saldırısından yaralanarak kurtulan Hüseyin, gittiği Amerika da ırkçıların saldırısıyla ölüyor. Kan akıtmakta doğudaki harese ne ise batıdaki ırkçılıkta aynı. İnsan hayatı ve insana verilen değer söz konusu olduğunda hangisi daha masum sayılır ki. İşte Livaneli, romanında bu ayrıntıyı, İbni Haldun’un “coğrafya kaderdir” ve Kavafis’in “ şehir ardından gelir” söyleriyle anlatmış. İbrahim, yıllar sonra döndüğü bu Mezopotamya şehrinde çocukluğunun nostaljisini yaşarken diğer taraftan da Meleknaz’ı aramaya devam ediyor. Bir kez olsun görebilme isteği… Sesini duyma, bir kez olsun gözlerine bakabilmek, onunla konuşabilmek için içindeki karşı koyamadığı isteğe engel olamıyor. Zihninde ise meleknaz hakkında duydukları… Okurken, Hüseyin’in, Meleknaz’ın Zilan’ın ve daha nicelerinin hikayesine tanık oluyorsunuz. Her biri yürek dağlayan hikayeler olsa da Livaneli, her zaman ki dingin ve uysal anlatımıyla bir sayfadan diğerine geçiriyor bizi. Derken merhametin ne olduğunu yeniden sorgulamaya başlıyorsunuz. İşte tam da bu noktada zihinlere yerleşmiş tanımları yerle bir ediyor, yazar.… Doğunun haresesi ve görmezden gelinen gerçekleri ile yüzleşirken merhametin en sert ve huzursuz eden yüzü ile karşılaşıyorsunuz. Uslubunu asla bozmadan yapıyor bunu Livaneli, Kitabı bitirip kapattığınızda içinizde Meleknaz’la bir kez olsun karşılaşabilme ve o çekik kara gözlerine bakma isteği uyanıyor. Tabi, merhametten asla söz etmeden. Herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm bir eser.İyi okumalar diliyorum,kitaplarla kalın...
Huzursuzluk
HuzursuzlukZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 201799,4bin okunma
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.