Anne, ölmek ne demek?Ah Aslı Erdoğan' ın okuduğum ikinci kitabı ve söyleyebilirim ki sevdiğim yazarlar listesinde yükseliyordu :)
İçimden sürekli okumak geçiyor.Hatta tam şu anda bile yeni kitabına başlamak istiyorum. Kitabı okurken arada kopup düşüncelere daldığım anlar olsa da genel olarak çoook akıcı bir kitaptı.Özellikle ilk hikayenin konusu ve ikinci hikayenin de içsel konuşmaları çok güzeldi. Tam ilk hikayeyi daha çok seviyorum diyecektim ki diğer hikayenin sonunda öyle güzel içsel konuşmalar, düşünceler,benzetmeler vardı ki ruhuma işledi ve terazi dengelendi.
Öhöm öhöm buradan itibaren kitapla alakalı çok net alıntılar ve spoilerlar yer almaktadır.Bilginize.
İlk hikayedeki kadın, memleket özlemi aşk, toplumdaki yeri ile ilgili genel bir arayış içerisindeydi ya da bir yere kadar öyleydi. Sonraları gözünün birini kaybedince bu hislerinde yavaş yavaş sönmeye başladığını hissettim ben.Kitaptaki bir bölümde tek gözlü olduğu için insanların ona nasıl korkunç bir varlıkmış gibi baktığını söylüyordu.
Bu durum bana geçenlerde okuduğum Crane'in Canavar adlı kitabını hatırlattı.
"Tek gözlü bir kadın hayaletten bile daha korkutucu. İnsanların yüzümü görünce kapıldıkları dehşetten, ansızın iri iri açılan gözlerden, kaçırılan bakışlardan, korku ve tiksintiyle çarpılan ağızlardan bıktığım için gündüzleri olabildiğince az dışarı çıkıyorum. "
Kitaptaki alıntıları bazılarını da kendime öğüt olarak almaya çalıştım.Önemli olan, bir şey olsa dahi hayatınızda bir yenilik, başlangıç yapmak olmayı da şöyle ifade ediyor kitap:
"İlk anların, yeri doldurulmaz ilk anların güzelliği... Bütün başlangıçlar güzeldir."
...
"Anne, ölmek ne demek?"
Diğer hikayede ise aşk ve tutkudansa ölüm üzerinde durulan kısımlar beni daha çok etkiledi.
"O an dersimi almıştım ve bir daha hiç unutmayacaktım. Hayatımının bütün mutluluk kaynakları, aşk, sanat, müzik, şiir, dağlar, ne varsa hepsi birden, ölümün darbeleriyle, bir daha toparlanmamak üzere parçalanıyordu. İnce, siyah bir tülün bir hançerle delik deşik edilişi gibi. Benliğimin temelleri artık yıkılıyordu."
Yukardaki mısralarda bir insanın; ölümü ciddi anlamda ilk fark edişi...Görünmez perdenin ardından gerçekler yüzüne pat diye çarpıyor. Peki bir insan sadece bir kez mi ölür, yoksa bedenden önce ruhumuz defalarda ölmüş müdür?
"Sanki onu yeterince sevseydim ölmeyecekti. Sanki onu ben öldürmüştüm. Doğruydu bu elbette, onu her gün, her dakika sessiz cinayetlerimle öldürmüştüm. Kabalığım, bencilliğim, duyarsızlığım, yalancılığım, korkaklığımla ona art arda can alıcı darbeler vurmuştum. Ama hepimiz her gün birilerini öldürmüyor muyduk? O da beni aynı şekilde öldürmemiş miydi? Tek suçlu ben miydim koskoca evrende?"
Tek suçlu biz miydik bilmiyorum ama sonunda elimizde yitirdiklerimizle kaldığımız aşikar..
"Karanlık gökyüzünü görünür kılan yıldızlar gibi, geçmişimin siyah tonunda, yaşamımın çizgilerini çizen onun sevgisi. Aslında belki hiç yaşanmamış bir sevginin anısı geriye kalan tek yıldız fakat şafak eninde sonunda sökecek. Güneş doğduğunda silinecek son yıldızı korumak için geceyi olabildiğince uzatmalı mıyım? Yoksa sonsuza dek mi yitirdim? Bir kadını? Bir şehri? Geçmişimi?
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkürler :) Herkese iyi okumalar