Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

236 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
9 günde okudu
Bu kitap Said Halim Paşa'nın 1910 ila 1922 yılları arası yaşanan çalkantılı dönemde yazdığı makalelerden oluşuyor. Said Halim, İslâmlıcılık akımının en önemli temsilcilerinden. Dolayısıyla Abdulhamid karşıtı bir meşrutiyetçi... Fakat meşrutiyetin ilanından iki yıl sonra bile beklenen gelişme gerçekleşmeyince Said Halim'in ıslahata dair düşünceleri kaleme dökülüyor. Önce ülkedeki mevcut hastalığa deva olacağı düşünülen Batıcılık anlayışını yerden yere vuruyor. Zaten o dönemdeki akımların muteberlik ve mensubiyet bakımından en zayıf olanını çürütmek için argüman üretmekte pek zorlanmıyor yazar. Said Halim'e göre Batı'nın derdine deva olan çözüm yollarını ithal edip kendi ülkemize uygulamak biyolojiyle antropolojinin aynı şey olduğunu iddia etmek gibidir. Bir siyahinin, bir Kızılderilinin ve bir Asyalının bacakları kırılmışsa bu üç kırığı tek bir cerrah aynı yöntemle ameliyat edebilir. Fakat Osmanlı'nın, Fransa'nın ve Cezayir'in geri kalmışlığını bir toplumbilimci, tek bir ıslahat yöntemiyle geliştiremez. Çünkü toplumlar biriciktiktir, sorunları biriciktir ve çözümleri de biricik olmalıdır. Batı'ya şifa olan demokrasiyi bizim için çok tehlikeli görüyor. Batı halkının, kendilerini temsilen seçeceği tabakanın hâlihazırda ülke yönetimine vâkıf insanlar oldukları için, demokrasi onlar için makûl bir çözüm olurken; bizde ise halk kendisini temsilen, liyakatli gördüğü ağaları, beyleri, hocaları, papazları seçecektir. Ve bu da demokratik olarak(!) feodaliteyle yönetileceğimiz anlamına gelecektir. Çözüm önerisi olarak ise Said Halim; biraz afaki, biraz ütopik bir tablo çiziyor: Devlet başkanını yönlendirecek olan danışmanlar, Osmanlı geleneğine ve dine bağlı fakat aynı zamanda milli ve dini kültürümüzü eleştirebilecek, yozlaştığımız yerde toplum yapısını sarsmayacak şekilde özgün ıslahat teorileri üretecek. Üst düzeyde eğitim görmüş ve üstün ahlâklı olacak. Ve bütün meclis üyeleri bu karakterde olacak. Batı'dan ihraç olan feminizmden etkilenip, o günkü osmanlı kadınlarının hak talebinde bulunmasını eğreti ve özenti bir tavır olarak değerlendiriyor. Açıkçası bu kısımları okurken gardımı alır gibi oldum fakat Said Halim, kadınların hak talebi özelinden çıkıyor, konuyu "herhangi bir kesimin hak talebi" geneline yayıyor. Diyor ki HAK TALEP EDİLMEZ, KAZANILIR! Aksi halde, yani tepeden inme elde edilen haklarla, liyakatsizliklerin ortaya çıkacağını söylüyor. İnsanlar toplumsal görevlerini yerine getirdiği oranda imtiyaz sahibi olabilirler. Ve zaten bu imtiyazların seyri de doğal olur. Üreten insan doğal olarak tüketme özgürlüğünü kazanır, eğitimli insan öğretmeye hak kazanır vs... Bu konudaki görüşlerini, verdiği şu örnekle sağlamlaştırıyor: kadın-erkek eşitsizliğinin köylerde, şehirlere nazaran az olmasının sebebini, kadınların da erkekler gibi çalıştığını yani sosyal görevlerini yerine getirmede neredeyse eşit olmasına bağlıyor. Bu her ne kadar sosyalist bir düşünce gibi görünse de, Said Halim bunu İslamî perspektiften yazıyor. Dine bağlılığımızın gerilememize sebep olması görüşünü ise mantıksal olarak hatalı buluyor. Çünkü Osmanlı'nın dine daha bağlı olduğu dönemlerde, dünyada daha gelişmiş olduğu gerçeği bu tezin yanlışlığını ortaya koyuyor. Batı'nın, medeniyete dinden kopmakla ulaştığı gerçeğini kabul ediyor. Fakat bunu referans alarak, bizim de aynı tedaviyi uygulamamız gerektiği görüşüne şiddetle karşı çıkıyor. Hristiyanlığı ve İslâm'ı dinler başlığı altında eşitleyip, aralarında hiç bir farkın olmadığını varsaymayı; baş ağrısına iyi gelen ilacı, midesi ağrıyana da (ikisi de ağrı olduğu için) tavsiye etmek kadar akılalmaz buluyor... Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru yazarın artık İslâmi fikirleri iyiden iyiye belirginleşmeye başlıyor. Her dönemde ve her yerde yaşanabilir bir dinimiz varken, sırf zamanımıza ve toplumsal şartlarımıza uygun bir şekilde yorumlayamadığımızdan bir çöküş içerisinde olduğumuzu; eğer dönemimize uygun İslâmi bir yorum getirecek olursak kurtulacağımızı öngörüyor. İkinci çöküş nedeni olarak da Hristiyan ülkere karşı bağnazca bir nefret duymamızı gösteriyor. Eğer makûl bir şekilde diplomatik ilişki kurabilecek kadar yakın olabilseydik, onların ıslahatlarına ve gelişimlerine daha doğru veriler alarak şahit olurduk, en azından bu kadar geri kalmazdık diye düşünüyor. Kitabın son makalesi ise yazarın vefâtından sonra Mehmet Âkif tarafından yayınlanmış. Said Halim, Malta'da sürgündeyken yazmış muhtemelen. Açıkçası bu son kısmı okurken epeyi sıkıldım. Bana biraz vecd ile yazılmış, gerçeklikten uzak geldi. Genel olarak çok beğendiğim bir kitap oldu.
Bütün Eserleri
Bütün EserleriSaid Halim Paşa · Büyüyenay Yayınları · 201624 okunma
·
52 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.