Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

240 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Beni Kör Kuyularda
Beni Kör Kuyularda, başta Güldiyar ve babası Muzaffer olmak üzere iç içe geçmiş birçok karakterin, bir toplumun, sosyal bir hadisenin hikâyesi aslında. Her metin, özellikle de Hasan Ali Toptaş gibi bir yazarın elinden çıkmış bir metin, kendi içinde çeşitli travmalar, kırılma ve aydınlanma anları taşır. Bu kırılmalar okur için kimi zaman büyülü anlar yaratırken kimi zamansa aslında gündelik hayatın sıradanlığını içinde barındırır. İşte Toptaş, Beni Kör Kuyularda'da tam da bunu yapıyor ve kırılma ânını, aslında başta bizim basit bir tutulma olarak kabul edebileceğimiz bir durum üzerine kurguluyor. Yazar, metnini farklı karakterler ve konular etrafında örerken merkeze Güldiyar ve babası Muzaffer’in hikâyesini koyuyor. Roman, her şeyin aslında normal gibi gözüktüğü ama büyük kırılmanın da yaklaşmakta olduğunu hissettiren bir diyalogla açılıyor. Güldiyar ve annesi Bahriye, Muzaffer’in o gün dükkâna yemek götürmeyi unuttuğu üzerine konuşuyor. Ardından ona yemek götürmek için yola çıkan Güldiyar, geri döndüğünde büyük bir sessizliğe gömülüp işlenecek asıl hikâye ve dolayısıyla anlatıyı başlatıyor. Taşlar, bir kez devriliyor. Güldiyar yolda ne gördü, başına ne geldi, ne türden bir travmanın içine düştü? Tüm bu sorular içerisinde metnin mistisizmini ve hikâyenin açık uçlu yanını ifade ediyor. Toptaş’ın metninde mistik duygular ön plana çıkıyor çünkü içerisinde birçok bilinmeyen, gölgede kalan, görmekten ziyade hissedilen yan var. Okur olarak biz daha ilk andan itibaren bir tür mistisizmin, ilahi bir hadisenin içinde buluyoruz kendimizi. İnsanın aklını kaybettiği, gerçeklikle bağlarının zayıfladığı yerde bu mekanizma harekete geçiyor. Sanki ilahi bir karar söz konusu oluyor ve her şey bu kararın uygulanışından ibaret gibi gözüküyor. Toptaş’ın metni kendi bağlamında kendi gerçekliğini inşa ederken buna ilave olan mistisizm, aslında metni daha zengin ve ileride oluşacak hadiseler için daha cazip bir hâle getiriyor. Toptaş oldukça gerçek, gününe de geçmişine de yaslanan ve farklı bakışlar için fırsatlar üreten bir metin kurguluyor ve aslında bundan başka hikâyeler de yaratıyor. Metnini dört nala koşan bir at gibi doludizgin sürüyor. Bu mistisizmin izlerini birçok kez evine dönen ve varlığını hissettiren Bahriye’de, onu gören Emine ve Muzaffer’de, meczup Halil’in “sözde ölüm”ünde ve kişisel serüveninde, ak sakallının ve çevresindeki “cemaat”in varlığında, saklandıkları sandıktan canlanıp taşan geyiklerde ve tüm bu hadiselerin olup bittiği gecekondunun kendi bünyesinde rahatlıkla bulabiliyoruz. İşte mistisizm, bu açıdan metni zenginleştiren, ona aslında masal, halk ve sözlü edebiyat unsurlarını da taşıyan bir yapı üstleniyor ve olabildiğince canlanmasını, coşmasını, kıvrak bir şekilde hareket etmesini sağlıyor. Beni Kör Kuyularda’ya bakıldığında derinlemesine ve çok katmanlı bir şekilde sözlü edebiyat unsurlarına rastlanıyor. Anlatıcının arka planda zengin bir kültürel, sosyal ve sözlü kültür ürününden yararlandığı âşikâr. Sözgelimi Anadolu halk kültüründen âşina olduğumuz ak sakallı dede motifinden Türk masallarında kahramanların sıklıkla başvurdukları üç tüye, Sünni-İslam dairesinde önemli bir yer tutan türbe ziyaretlerinden sözlü kültürde karşılığını bulan taşlaşan gözyaşlarına/bedenlere kadar birçok unsur kökenini bu geniş skaladan alıyor. Bu açıdan metin farklı okumalara açık bir hâle gelirken aslında onu değerlendirmemiz için birkaç farklı pencere açmayı da ihmal etmiyor. Dolayısıyla bu geniş halk edebiyatı unsurlarının aslında belirli amaçlara hizmet ettiğini söyleyebiliyoruz. Bunlar yalnızca metni zenginleştirip arka planına daha kapsamlı hikâyeler yerleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda metnin günüyle geçmişi arasına da çeşitli ilmekler atıyor. Ankara’nın bir gecekondu mahallesinde geçen tüm bu hadiseler bir yerde zamanı belirsiz kılıyor. Açık bir tarih ve mekândan yoksun, olayları biraz daha elemine edilmiş bir düzleme taşıyan yazar, ondaki gerçeklik duygusunu bu açıdan yıpratıyor ve metnin kendi gerçekliğini kurması için elinden geleni yapıyor. Bu açıdan daha önceden bahsettiğim mistisizm de ön plana çıkıyor ve bu iki unsur birbirlerine kenetleniyor. Başka bir açıdan da yine kullanılan motifler metin üzerinde bu tür oyunları daha elverişli yapıyor. Peki yazarın buradaki amacını nasıl yorumlayabiliriz? Aslında Toptaş, okur için yalnızca günümüzden bir hikâye anlatmıyor, anlatmak istediği belirli bir zamanın içine sıkıştırılmış/yerleştirilmiş bir masal da değil. Aslında onun yaptığı bu zaman ve mekân birlikteliğinin belirli kesişim kümelerinde ortadan kaldırılması; bu, ona anlatısını evrensel boyuta taşıma konusunda yardımcı olurken tıpkı bir Gabriel García Márquez romanında, tıpkı bir Jorge Amado veya Jorge Luis Borges metninde olduğu gibi elini metni daha büyüsel yapma konusunda güçlü kılıyor. Sözgelimi Yüzyıllık Yalnızlık’ta Márquez nasıl bir ucu gerçekliğin orta yerinde, bir ucu hayali ama bir yandan da kendi bağlamında gerçek ve tutarlı Macondo’da geçen bir roman inşa ediyorsa; Toptaş da bir ucu Ankara’da bir ucu belirsiz ama hepimize tanıdık gelen bir gecekondu mahallesinde bir metin kaleme alıyor. Her ikisi de kimi yerde içinden büyülü kıvılcımlar saçarak, kimi zaman gerçek dünyamız için akıl almaz hadiselere zemin hazırlayarak, kimi zamansa beklenmedik ve sıradışı misafirlere ev sahipliği yaparak kendi dünyasını oluşturuyor. Böylece kendi gerçekliğini, tarihini, mekânını, karakterlerini doğuran metin, dur durak bilmeden serüvenine devam ediyor.
Beni Kör Kuyularda
Beni Kör KuyulardaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 202010,2bin okunma
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.