Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

"Bertolt Brecht ne güzel söylemiş: “ Dünyadan yalnızca iyi insanlar olarak ayrılmayın. Yetmez. Ardınızda iyi bir dünya bırakmaya bakın” diye... Duyar gibi oluyorum şimdi, “Amaan, dünya feci bir yer haline geldi, bunun için ben ne yapabilirim” diye söylendiğinizi.:) Öyle değil ama işte. Her şey, “Ben bir başıma ne yapabilirim ki?” düşüncesini ağır bir aba gibi soyunup yere çalmakla başlıyor. Gün boyu dünyanın daha iyi bir yer olmasına katkıda bulunmak için bir sürü fırsatımız oluyor. Ne yapıyoruz biz? Görmüyoruz. Duymuyoruz. Farkında bile değiliz. Feci bir toplum psikolojisi hakim ortalığa, hepimiz en dertli, en zor durumda olan kendimiziz sanıyoruz. Geçen sene Süreyya Operasında bir konsere gittik. Kızımıza kültür turları yaptırıyoruz.:) Bir baktım en ön sırada bizim kafada bir anne oturuyor oğluyla birlikte. Çocukcağız yerinde kıpır kıpır, belli ki zorla, çeke sündürüle getirilmiş. Neyse efendim konser başladı. Herkes huşu içinde dinlerken, çıt çıkmayan salonda, tam notaların es verdiği en sessiz anda, o çocuk gürültülü bir biçimde esnedi! Ama nasıl bir ses anlatamam size. Salon yankılandı resmen. Bütün insanlar öyle bir gerildi ki sanki elle tutulacak bir öfke hakim. Saniyeler içinde oluyor bütün bunlar. Anne oğluna öldürücü bakışlarla bakarken, ve herkes cık cık diye söylenip başını sağa sola eğerek esneyeni keşfetmeye çalışırken... Ne oldu biliyor musunuz? Orkestra şefi dönüp çocuğa baktı ve ağız dolusu gülümsedi. Öyle de içtenlikle ve şefkatle güldü ki, bir anda bütün salona bir rahatlama ve uğultu şeklinde bir gülme yayıldı. O birkaç saniye içinde öfke enerjisinin sevgi ve hoşgörü enerjisine dönüştüğünü hissettim iliklerime kadar. Acaip bir deneyimdi cidden. O kıpır kıpır çocuk, konserin sonuna kadar pür dikkat ve keyifle izledi. Çıkışta da herkes çocuğun başını okşadı. Ne yaptı orkestra şefi? Sadece sıkılmış bir çocuğa anlayışla gülümsedi. Bundan ibaret. Yankısına gelince... O bir tek gülücük sayesinde o çocuk eminim ömür boyu klasik müzik sevecek. Seyirciler deseniz, bir salon dolusu insan, hoşgörünün değerini hatırladı yeniden. Eminim o gün o salondan çıkan yüzlerce insan o ruh haliyle bir sürü başka insana sevgiyle dokundu, yol gösterdi. Bir gülümsemenin suda yarattığı halkalara bakın. Bu yaşımda artık çok net bildiğim bir şey var. Her ne kadar toplumlar hızla “bireyselleşiyor” gibi görünse de, aslında tümüyle bireysel kalabilmek insanın doğasına aykırı. En kendini toplumdan soyutlamış insan evladı bile çevresinden etkileniyor. Öfkeli birini uzaktan gördüyse geriliyor, illa onunla kavga eden kendisi olmak zorunda değil. Ben kendi adıma, bir kavgaya şahit olduğum günleri çok asabi geçirdiğimi fark ediyorum. Aynı şekilde bir güzelliğe denk geldiysem de pamuk gibi oluyor yüreğim. Etrafa karşı daha sabırlı ve toleranslı oluyorum. Hepimiz birer orkestra şefiyiz aslında ve hayat aslında duyguları yönetmekten ibaret. “Öfke” mesela, garip bir duygu. Sanki tüm duygular içinde en arsızı, en megolomanı. İlla başrolde olmak isteyen, kolay kolay sahneyi kimseye bırakmayan, kibirli , laftan anlamaz bir karakter. O geldi mi akıl gidiyor, ikisi yan yana duramıyorlar. “Üzüntü” desen, yayılmacı bir kişilik. Hani bir yere yağ dökersiniz de anında vıcık vıcık her tarafa bulaşır ya, işte öyle. Bir geldi mi bünyeye, engelleyemiyorsunuz, her tarafa sıçrıyor. Üstelik üç zaman kipine de sıvaşıyor, geçmiş, gelecek ve şu an. En beteri “kendine acıma”. Mıyıl mıyıl, zararsız canım, boşver onu demeyin. O masum görünüşüne aldanmamak lazım. Kurban psikolojisi tarafından ele geçirilen insanlar son derece tehlikeli toplum için. Çünkü empati yapmazlar kimseye. Dünyanın en dertlisi o olduğu için kimseye hoşgörüsü yoktur. Bırakın dinlemeyi, duymaz bile sizi. Kocaman bereketli bir tarladaki kımıl zararlısı gibi düşünün. Başlıca kemirdiği şey de “umut”tur. Gün içinde bu duyguları iyi yönetemezseniz, elinizin altında en şahane enstrümanı çalan en muhteşem sanatçılar olsun, birkaç notalık melodi bile duyamıyorsunuz, olsa olsa kakafoni. Bu gürültüyü sevmedim demeyin boşuna. Dinmez o rahatsız edici sesler, ta ki siz onların eline ruhunuza merhem bir beste verene dek... Birkaç mucize nota var mesela, onlarsız olmuyor senfoni: Sabır... Şefkat... Hoşgörü... Umut... Onların girdiği beste bir acaip güzel oluyor. Sanki kulaklarınızdan içeri girip yüreğinize, zihninize, tüm benliğinize şifalı bir ilaç gibi , nakış nakış işliyor. Dünya sahnesinde hepimiz, gün boyu en azından bir “an”da, bir yaşanan olayın Maestro’suyuz aslında. O esneme sesine şefkatle gülümseyebiliyorsak, bir salon dolusu mutlu insana çalıyoruz müziğimizi. Elimizdeki değnekle güzel notaları öne çıkarmak sadece bir tercih meselesi. Bedri Rahmi boşuna mı demiş, “İnsanoğlu bu, Sadece meyvelerden ve hazlardan ibaret değil, Bir dilimi zehir zıkkım, Bir dilimi candan tatlı” Kendimiz zehir olduk mu yankımız da zehir oluyor, candan tatlıysak yansımamız ballı lokma tatlısı.. :)"
··
92 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.