"Niyetim bütünüyle iyi bir insanı anlatmak" Dostoyevski, bu sözlerle tanımlar Budala'yı
Kitabın ana konusu dört yıl İsviçre de Epilepsi tedavisi gören Prens Mişkin'e Rusya'da yüklüce bir miras kalır ve İsviçreden Rusya'ya döner. Bu süreçte etrafında olup biten aşk, entrika yani kısaca bildik klasik hikaye. Bu klişe hikaye, Dostoyevski gibi bir ustanın elinden çıkınca nefesinizi tutu yaşananların içinde yer alıyorsunuz. Herkese sorsak iyiliği anlatabilirmisiniz diye herkes kendi meşrebince birşeyler söyler. İyiliğin vardığı son nokta ne dersek belki yanıt bulunamaz ancak Budala karakterindeki Prens Mişkin iyilikte son noktaya yakın denilebilir. Öyle bir söz ve eylemlilik hali içindedir ki erdemler bütününün oluşturduğu asaletinin gölgesinden çevresindeki herkes yararlanır. İyilik ve fedakarlığının çevresine göre ölçüsüzlüğünden dolayı kendisine Budala denilmesini bile duymaz.
Kitabı okudukça gerçek budala kim ? Mişkin mi yoksa çevresindekiler mi sorusu aklınızın bir köşesinde durur.
Romandan çıkıp, Gerçek hayata döndüğünüzde maddeci ve bireyci yaşam modelini insanlara sunan sistemin insanları yalnız ve mutsuzluğa ittiği bir dünyaya dönüyorsunuz.
Budala okuyucusuna farklı bir pencere açıyor.
"Çünkü haksız olan sensin, bu yüzden geçmiyor öfken, hıncın"
"Saflıktaki küstahlık, ahmağın kendine sonsuz güveni, kendine ve yeteneklerine ilişkin en ufak bir kuşkuya kapılmaması."
"Mutluluktan ne anladıklarını sorun insanlara! İnanın bana Kolomb Amerika'yı bulduktan sonra değil, onu bulurken mutluydu."
Sorun hayattır; yalnızca hayat hayatın kendisi, hayatı sürekli ve sonsuz biçimde bulma süreci... Onu bulup, sonra da buldum diye noktayı koymak değil."