Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Keşke Çanakkale Geçilseydi!
Çanakkale Savaşı’nın, daha doğrusu Çanakkale Deniz Savaşları Zaferi’nin üzerinden 105 yıl geçti, 106’sını kutladık… Kara savaşlarıyla birlikte, halkımızın gurur kaynaklarından birisi Çanakkale Zaferi’miz. Emperyalizmi, onca yoksulluk içinde dünyanın en güçlü ordularını bir süreliğine de olsa yendiğimiz, on binlerce şehit verdiğimiz bir ulu zafer. Din Bezirgânları, Cumhuriyet’e karşı acımasızca saldırıyor. Bu saldırıların boyutu pandemi döneminde daha da arttı. Yani, pandemiyi halka ve Cumhuriyet’e karşı kullanıyor. Hem “lebaleeb” kongre yaklaşımıyla halkımızın pandemiden kaybını ivmelendiriyor. Sayıları saklasalar da ağır hastaların ve ölümlerin çok arttığı, az çok aklı başında insanlarımız tarafından görülebiliyor. Hem de, halkımıza ve Cumhuriyet’e karşı saldırı had boyutta. Son dönemde yaşadıklarımıza bir bakalım: Boğaziçi Üniversitesine haksız, liyakatsiz, usulsüz atamalar. Direnen öğrencilere zılgıt, öğretim üyelerine baskı… İstanbul Sözleşmesi’nden Tayyip’in keyfi bir uygulamasıyla çıkılması. Ve bunun daha sonraki keyfi davranışları için yol olması… Artık “guguk” haline gelen sözde “hukuk yoluyla” “Andımız”ın kaldırılması ve madalyalardan Atatürk kabartmasının çıkartılması konusunda Danıştay kararı… (Basından öğrendiğimize göre, madalyalardan Atatürk kabartmasının çıkartılmasının, Arap şeyhleri memnun etmek gibi bir gerekçeyle yapılmış olduğunu belirtelim. Bizce asıl neden Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığıdır). Bunları tamamlayan Anayasa’nın ilk dört maddesinin değişikliğinin gündeme getirilerek toplumun hazırlanması… Pandemi gerekçe gösterilerek en ufak muhalif harekete hukuksuz bir şekilde fırsat verilmemesi… (Ne yazık ki tam bir dinci-faşist kırması diktatörlük, polis devleti durumunda Türkiye…) Daha yeni Harp Okullarına irticacıların, tarikat müritlerinin de açıktan girebilmesi için kapıları açtılar. “Hilafeti de geri getirelim” lafları dolanıyor ortalıkta… Ve son olarak da “Kanal İstanbul” oyunu ile ilişkili olarak Montrö Antlaşması’nın feshi. Yani Boğazlar’ın Emperyalist güçlere açılarak bölge güvenliğinin tümüyle yitirilmesi. Gene bir cuma gecesi Tayyip emperyalizme böyle bir peşkeş neden çekmesin? Öte yandan, Cumhuriyet’e ve halkımıza yapılan saldırıdan her olumlu şey gibi Çanakkale Zaferi’miz de nasibini alıyor. Aslında, nasıl “Keşke Yunan galip gelseydi”, dedilerse, tıpkı öyle, geriye dönüp baktıklarında “Keşke Çanakkale geçilseydi” diyorlar içlerinden. Nedenlerine bakalım… Başta tabiî sınıfsal kökenleri böyle emrediyor. Tefeci-Bezirgân Sermayeye dayanıyorlar ve Ortaçağcı, milletçi değil ümmetçi görüşe sahipler. Hâlâ gözleri halifelikte… Ve tıpkı Halifeliğin son zamanlarında yaptığı gibi emperyalist uşağı. Gene sınıfsal kökenleri nedeniyle, halk ve ulus kavramları silinmiş bunların kafalarından. Pusulaları emperyalistlerin çizdiği sahte dine dayanıyor. Böyle olunca da, kaçınılmaz olarak Cumhuriyet’e ve halka saldırılar ardı ardına geliyor. Çanakkale Zaferi’mizde Mustafa Kemal’in rolü çok büyük, hayati yanlışları düzeltiyor. Çanakkale kara savaşlarında, kalın kafalı ve Mehmetçiğin yok oluşuna seyirci Alman yetkililere (örneğin Liman von Sanders Paşa gibi) doğru savaş taktiklerini kabul ettirerek veya kabul ettiremese de inisiyatif kullanıp doğru zamanda uygulayarak, düşmanın yenilmesinde çok büyük rol oynuyor. Çünkü iyi bir asker. Gelişmeleri, coğrafyayı, karşı güçleri biliyor, olacakları sezebiliyor. Ve hepsinden önemlisi halkını, vatanını seviyor. Ama Din Bezirgânları Çanakkale Zaferi’mizde Mustafa Kemal’in adını bile anmazlar. Yok sayarlar. Ya da hiçbir yetkisi olmayan, yarbay rütbesinde sıradan bir subaydı demeye getirirler. Oysa savaşın sıcak ateşi içinde Yarbay Mustafa Kemal, gösterdiği başarı sonrasında Miralay (Albay) olur, kendisine neredeyse bir ordu komutanlığı verilir (Anafartalar Grup Kumandanlığı) ve zaferin hemen arkasından, zaferden birkaç ay sonra da Paşa (General) yapılır (1 Nisan 2016). Mustafa Kemal Çanakkale’de vardır, yok sayılamaz! Din Bezirgânlarının bir taktiği de aklı, bilimi, bilinci bir yana bırakıp, dinci yaklaşımlar ve mistik hurafelerle dolaylı olarak askeri başarıyı doğaüstü güçlere bağlamaktır. Turgut Özakman, “Diriliş Çanakkale 1915” kitabının girişinde bu yaklaşımdan şöyle uzun uzun bahseder. (Bu uzun alıntıyı bütünlüğünün bozulmaması için böyle uzun aktarıyoruz): “Çanakkale’yi bir mucizeler, kerametler sergisi halinde anlatmak. “Bu hikâyelere bakılırsa Çanakkale Savaşı askeri bir zafer değil. Komutanların, subayların ve Mehmetçiklerin önemli bir rolleri yok. Bunlara göre savaşı, komutanlar, dövüşenler, can verenler değil, ilahi, gizli güçler, veliler, erenler, dervişler kazanmış. “Cevat Paşaya (Cevat Paşa Müstahkem Mevki Kumandanı – Hüseyin Ali) rüyasında Allah tarafından buyruldu ki: “Ey Cevat, sen Müslüman Türk topraklarının kumandanısın. Bu topraklar üzerinde yaşayan sizler, benim kelamıma hürmet ve tazim edersiniz. Size müjdeler olsun ki yakında zafere müyesser olacaksınız. Deniz üzerine bak.” “Cevat Paşa dönüp denize bakar, denizin üstü yoğun bir nurla kaplıdır. O nurlu dalgalar arasında çiçeklerle bezenmiş kef ve vav harflerini görür, uyanır. Bu ilahi işaretin anlamını çözemez. “Kilitbahir’de kızının mezarını ziyaret ederken rüyasında aşina olduğu sesi (Allah’ın sesini) burada da işitir: “Ey Cevat. Depolardaki 26 mayını denize döşe. Türk'e Türk'ten başka dost yoktur.” “Ne yapılması gerektiğini yüce Allah Cevat kuluna Türkçe olarak apaçık söylüyor. Ama Cevat Paşa nedense anlamıyor. Neyse ki karşısına pir yüzlü bir zat çıkar ve rüyayı yorumlar, ebcet hesabıyla kef ve vav harflerinin 26 demek olduğunu açıklar, sonunda da der ki: “Bu 26 mayını hemen denize döşe ki zaferinize sebep olsun.” “Yüce Allah emretmiş, pir yüzlü zat da doğrulamış. Cevat Paşanın hemen gereğini yapmaya koşması beklenmez mi? Hayır, koşmuyor. Hiç telaşı yok. Eve geliyor. İftar ediyor. İftar ederken olayı eşine anlatıyor. Allah’tan eşi akıllı. Hemen Paşayı uyarıyor: “Mayın Grup Komutanından meseleyi öğren! “Depolarda kaç mayın var?” “Paşa eşi de böyle olmalı! Bunun üzerine Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa nihayet ayılıp harekete geçiyor, Mayın Grup Komutanını çağırıyor, depoda 26 mayın olduğunu öğreniyor ve bunların döşenmesi için emir veriyor… “Nusrat mayın gemisiyle dökülen 26 mayın olayının içyüzü meğerse bu imiş! “ Bu kitabı kim yayımlamış dersiniz? “1990’da Gençlik ve Halk Dizisinin 50. kitabı olarak, TC Kültür Bakanlığı! Kitabın önsözünde ve arka kapağında özetle şöyle deniliyor: “Bu olayları, resmi ve ilmi tarih söylemez, söyleyemez. Bunlar tarihi olayların arka planıdır.” “O müthiş 18 Mart deniz zaferi böyle bir hurafeye indirgeniyor. “Böylesi rehberler, kitaplar Gelibolu’daki şehitliklerde satılıyor. Kafileler halinde çocuklar, gençler Gelibolu’ya getiriliyor, şehitlikler gezdirilirken özel rehberler genç beyinleri bu hurafelerle yıkıyorlar. “Milli Park yönetimi hiçbir önlem almıyor. Gelibolu bir sömürü alanı ve zevksiz bir panayır halinde. “O görkemli zafer, o kutsal toprak bunu hak etmiş değil. Tarihe saygılı ve zevkli birileri Gelibolu’ya ve Orhaniye çevresine kesinlikle sahip çıkmalı. “Halk muhayyilesi bir zaferi süslemek, yüceltmek için bazı olağanüstü hikâyeler yaratabilir. Bu tıpkı türkü yakmak gibi doğal, güzel, masum bir şeydir. Bunlara menkıbe denilir. Gerçek olmadığı bilinir. Bu nedenle tarih kitaplarında yer almaz. Ancak edebiyat ve halkbilimi bakımından bir değer taşır. Halkın yarattığı birkaç menkıbe var ki onlara ben de kayıtsız kalmadım. “Hurafecilik Allah’la yetinmiyor, Çanakkale Savaşı’na Hazret-i Peygamber’i de katıyor. Hazret-i Peygamber 1915 yılında, Çanakkale Savaşı sırasında türbedarının rüyasına girerek demişmiş ki: “Ben şimdi Medine’mde değilim. Çanakkale’deyim. Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.” “Bu da yetmiyor. Mehmet Gençcan “Çanakkale’ye Anadolu’dan alay alay, tabur tabur erenler, veliler ordusunun geldiğini” de ekliyor. “İnsanın sorası geliyor: “Bir: “Yüce Allah, Hazret-i Peygamber, erenler ve veliler, iki yüz yıldan beri yenilip duran Osmanlı Devletine ve ordularına neden böyle yardım etmediler? Rusya ile savaşlarda, hele Balkan Savaşı’nda acaba neden hiç yardımcı olmadılar? Sarıkamış’ta, Süveyş’te, Filistin’de, Kudüs’te, Suriye’de, Irak’ta, Bağdat’ta, Musul’da niye hiç yardıma koşmadılar? “Neden yalnız Çanakkale Savaşı’nda ordumuza yardımcı oldular, mucizeler, harikalıklar yarattılar, öbür cephelerde hiç yardımcı olmadılar? “Soru iki: “Allah’ın taraf olduğu bir savaş 9 ay sürer mi? Yani İngilizler ve Fransızlar yüce Allah’a 9 ay kafa tutabilecek kadar güçlü müydüler? Bunu düşündürmek Allah’a saygısızlık, kudretine inançsızlık olmuyor mu? Yüce Allah, hurafecilerin anlattığı gibi savaşa katılsaydı, savaş bu kadar uzar mıydı? “Bir saniyede bitmez miydi? “Sorulara devam ediyorum. “Üç: “Menkıbelerde anlatılan onca mucizeye rağmen, 3 yıl sonra yenildik, İngiliz ve Fransızlar 1918 Kasımında Gelibolu’yu, Çanakkale’yi ve düşmanın ele geçirmemesi için yüz bine yakın şehit verdiğimiz İstanbul’u işgal ettiler. “Bu durumu nasıl yorumlayacağız? “O hurafeler neydi, bu acı, zavallı sonuç ne? Böylece düşman, yalnız ordularımızı değil, hurafecilerin Çanakkale Savaşı’na sürekli katıldığını ileri sürdükleri yüce Allah’ı, Hazret-i Peygamber’i, velileri, erenleri, dervişleri, nur yüzlü ulu kişileri de yenmiş mi oldu? “Önünü ardını düşünmeden hurafe uydurmanın sonu buna varır. Allah’a saygısızlığa, küçük düşürmeye kadar uzanır, Allah’ı İngilizlere yenilmiş gösterir. “Uyduruk tarihle uyduruk gençlik yetişir. Uyduruk gençlik de güçlü yabancıyı ‘efendi’ bilen, işgalcinin elini öpen sömürge gençliği, büyüyünce de sömürge yöneticisi, sömürge politikacısı, sömürge öğretmeni, sömürge işadamı, sömürge yazarı, sömürge tarihçisi olur.” (Turgut Özakman, Diriliş, Çanakkale 1915) Gerçekle ilgisi olmayan, Allah ile aldatmanın başka biçimi, diyebiliriz. Turgut Özakman gerekli cevabı vermiş… Biz şunu ekleyelim: Çanakkale Zaferi’ni asıl bitiren başlangıçtaki deniz savaşları değil, aylarca süren kara savaşları olmuştur. Kara savaşları Aralık 2015’de son bulur. Ve kara savaşlarında başarının mimarı Mustafa Kemal’dir. Görüldüğü gibi, kitap Tayyip döneminden önce, taa 1990’da Kültür Bakanlığı tarafından yayımlanmış. Hep dediğimiz gibi bu Din Bezirgânları 2003’te gökten zembille inmedi! Peki, neden Din Bezirgânları Çanakkale’yi küçültüyorlar, Mustafa Kemal’i yok sayıyorlar, hurafelere sarılıyorlar? Ruhları satılmış hainler, ondan. Emperyalist uşakları! Emperyalistleri yenmemizi hazmedemiyorlar. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’mızda Yunan’ın galip gelmesini istemeleri, bunun için emperyalizmle ve işgalcilerle işbirliği yapmaları gibi… Öte yandan, şunu da görüyorlar: Mustafa Kemal’i halkı gönlüne sokan, tanınır ve güvenilir kılan bir adımdır Çanakkale Zaferi. Bu sayede halk Mustafa Kemal’in öncülüğünde yürümüştür, ona inanmıştır. Daha sonra, 1918’de İstanbul’un işgaline, Sevr Antlaşması’na ve ülkenin dörtbir yanının işgal edilmesine rağmen, ordu gücünü görmüştür. Askerler ve subaylar deneyim kazanmıştır. Ordunun kendine güveni artmıştır. Ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızdan ayrı düşünülemez Çanakkale. Bu sayede ordu 1. Emperyalist Savaş’ta kötü yönetim nedeniyle yenilmiş bile olsa, gururlu, başı dik, yurtsever kalabilmiştir. Böylece Kurtuluş Savaşı’mızı başarıya ulaştırmıştır. Halkımız da yokluk içinde olunsa bile, doğru yönetimle emperyalizmin yenilebileceğini görmüştür. Halk olmanın bilincine beki tam varamasa da ezikliği üzerinden atabilmiştir. Ayrıca, eğer emperyalist donanması Çanakkale’yi geçip İstanbul’a varsa, 1917 Ekim Devrimi’ni de önleyecekler veya boğmaya çalışacaklardı. Çanakkale Zaferi sayesinde İngiliz-Fransız desteği Çarlık Rusya’sına ulaşamadı. Çanakkale Zaferi’nin Ekim Devrimi ile böyle bir kader birliği de vardır. Ve sonrasında da tabiî Ekim Devrimi ile Kurtuluş Savaşı’mız arasında bir uyum, kader birliği oluşmuştur. Çanakkale Zaferi, Kurtuluş Savaşı’mız ile birlikte dünya halklarına da yol göstermiş, emperyalist orduların ne kadar “güçlü” olurlarsa olsunlar, halkın gücü karşısında tutunamayacağını kanıtlamıştır. Şimdi halkımızın önünde yeni Çanakkale Zaferleri, yeni Kurtuluş Savaşları duruyor. Halkımız, tüm Allah ile aldatma, kirletme, yozlaştırma, sömürü, soygun, baskı, cinayet, terör uygulamalarına karşı bu savaşları başaracak güçtedir. Çanakkale Zaferimiz ve devamı Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız gurur kaynağımız ve ışığımız. Böylesi ulu olaylar, aradan 100 yılı aşkın süre geçse de unutulmaz, çünkü halkın bilincine kazınmıştır. İşte bu yüzden satılıklar içlerinden keşke Çanakkale olmasaydı, keşke zaferle sonuçlanmasaydı, diye hayıflanırlar. Şimdi başlıca görev, öncelikle yeni emperyalist uşaklarını-Din Bezirgânlarını başımızdan defetmek, emperyalistleri ülkemizden ve bölgemizden kovmak, böylece İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı zaferle taçlandırmaktır. Bu bakımdan Çanakkale hep ışığımız olacaktır. ÇANAKKALE’DE ÖLÜM Sen ölüm, Evlerde pissin ama, Dağlarda iğrençsin. Sen ölüm, Birinin adı silinir de, Adın geçer ancak. Sen ölüm, Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da Tutarsın, görürsün oralarda ancak. Sen ölüm, Ülkelerde kötüsün ya Ülkelerarası daha çirkinsin. Sen ölüm, Sayrılıklardan sonra gelirsin peki, Şu dev gibi, şu dipdiri gençlerle işin nedir? Fazıl Hüsnü Dağlarca
·
229 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.