Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

144 syf.
·
Puan vermedi
Kaybolan Hüsn-üzan Sendromu
Diksiyon çalışmak üzre okumayı tercih ettiğim yazı türleri daha çok divan edebiyatı odaklı şiir okumalarından ibaretti. Fakat malumdur ki; yalnızca şiir okuyarak etkili konuşmaya sahip olmak güçtür. Bunun yanı sıra hitabi metinler ve hikayeler de okumanız gerekir. Uzun yıllar sonra bir roman okuma niyetimi, diksiyon çalışmalarıma meze etmiş bulundum. Kitaplığımı yoklarken elime bu eser geçti ve büyük bir "eyvah!" ile hemen kitaba sarıldım. Nitekim kitabın yazarı, büyük bir nezaket gösterip kitabı bana hediye etmişti. Yoğun bir okuma listem olduğu için kitabı ertelemiş ve bir müddet sonra da unutmuştum. Korkunç bir vicdan azabıyla okumaya başladım. Serüvenimiz böyle başladı... *** Kaybolan Düşler Senfonisi, yeraltı edebiyatı dediğimiz ve benim alabildiğine Fransız olduğum, Fransız olmakla da mesrur olduğum akıma dahil. Kitap çok sevimli bir şiirle başlıyor. Şiir için sevgili yazarımıza hususiyetle bir teşekkürü borç bilirim. Devamında psikoloji etrafında şekillenen ve şizofreniye işaret eden bir aşka tanıklık ediyoruz. Keşmekeş olaylar, mustakil bölümlere ayrılıyor ve bir sonraki bölümle düğümleniyor. Tüm tahminleri alt-üst eden bir finalle noktalanıyor kitap. Nitekim olası bir intihar gerçekleşmiyor. *** Yazarımızın kalemi alabildiğine pürüzsüz ve alımlı. Bir romanı kahraman bakış açısı ile yazmak oldukça tehlikelidir. Ustaca işlenmesi gereken bu bakış açısı, her babayiğidin harcı değil... Fakat yazarımız bu tehlikeyi göğüslemekle kalmayıp, bir de hakkını verebilme maharetini göstermiş. Betimlemeler ve özellikle serim kısmındaki diyaloglar oldukça kuvvetli. Kısaca ortada ciddi bir kalem var. *** Kitabın ilk 22 sayfasını okuduktan sonra; "bu kitap okunur!" demiştim kendi kendime. Zira güzel bir kurgu ve başarılı bir diyalog zinciri vardı. Oradaki vurgular ve yükselişler, diksiyon çalışmam için muhteşem bir zemin sunuyordu bana. Fakat ne yazık ki ilerleyen sayfalarda büyük bir sukut-u hayalin avcunda buldum kendimi. Kalemin kuvvetli oluşu, ne yazık ki iyi bir roman ortaya koymak için yeterli değil. Roman ve hikaye yazarlarımızın entelektuel ve aktuel birikim ve donanımının herhangi bir eğitimcinin üzerinde olması gerekir. Bundan yaklaşık 6 yıl önce Mustafa Kutlu ile yapmış olduğumuz bir söyleşide; "Bu yılın moda rengi bordo ve tonları. En çok da topuklu ayakkabıların topuk kısmında göreceksiniz bu renkleri" şeklinde bir cümle kurmuştu ve eklemişti; "İyi bir yazar olmak istiyorsanız, iyi bir takipçi ve araştırmacı olmak zorundasınız." Yaşar Kemal gibi, en uzak şehirlerin en ücra köylerindeki en genç çobanların, hangi dağdan hangi hususi çiçekleri derdiğini ve o çiçeğe hangi isimle hitap ettiğini bilecek kadar yetkinliğe haiz olma çabasıdır. Vermiş olduğum örnekler, bir yazardaki ilim derecesine delalet eden nüanslardır. Fakat iyi bir kalem ve sağlam bir birikim de iyi bir roman yazarı olmaya yetmez. Hangi iklimde, hangi bitki türlerinin yetiştiğini bilmek bir ilimdir. Fakat o bitkiyi bir romanda işlemek üzre tanımaya çalışmak ve araştırmak, ancak yeterli bir malumat edindikten sonra metine dahil etmek; irfandır. Özetleyecek olursak; polisiye romanı yazan bir romancının, aynı anda hem soğukkanlı bir katil, hem de muhteşem bir polis olma mesuliyeti vardır. Katilin maktulü katlederken kullandığı bıçağın kasatura mı yoksa sıyırma bıçağı mı olduğunu, hangi bıçağın deriye nasıl bir hasar bıraktığını bilmesi gerekmektedir. Aynı nispette bir polisin belinde taşıdığı silahın şarjöründeki merminin kaç kalibre olduğunu ve hangi şartlarda silaha davranabileceğini bir polis kadar iyi bilmesi lazımdır. Yazarımızın bu noktadaki eksikliği kitabı örseliyor. Henüz 34. sayfada tanık olduğumuz şu hadise, kitaba olan tüm hüsn-ü zannımı ve iştiyakımı alıp götürmeye yetmişti; Leman adındaki karakter, Bay Şair ile birlikte olduktan sonra mutfağa gidiyor ve hayali bir varlıklık ile kavga ediyor. Yere düşüyor ve ölüyor. Polisler ve sağlık görevlileri geldikten sonra, polislerden biri Bay Şair'i sandalyeye oturtup olayın nasıl gerçekleştiğini soruyor. Bay Şair, Leman'ın bir şizofren olduğunu ve kriz geçirdiğini, hayalindeki kişiyle boğuştuğunu ve nihayet öldüğünü söylüyor. O sırada sağlıkçılardan biri içeri giriyor ve "Kalp krizi" diyor. Komiser; "demek kalp krizi ha!" dedikten sonra Bay Şair'e dönüp; "Ne iş yaparsın sen?" diyor. Bay Şair, yazar olduğunu söyleyince komiser; "İyi, sana güzel bir hikaye çıktı ha." Olay burada bitiyor ve Bay Şair normal yaşantısına geri dönüyor. Bu hadiseyi normal bir hayata uyarlamak alabildiğine güç ve imkansız. Sağlık görevlisi ayaküstü teşhis koyuyor, komiser bir sözle ikna oluyor ve Bay Şair serbest kalıyor... Vesselam. Kitap Amerikan dizilerinden fırlamış gibi. Cinselliğin her türlüsüne, hemen hemen her sayfada şahit oluyoruz. Zira kahramanımız hiperseksüel. Bu elbette yazarın tasarrufundadır. Fakat buradaki hata; kitapta yer alan neredeyse tüm karakterler cinsellik düşkünü veya unsuru. Sürekli bir fermuar deklanşörü. Maalesef okumaya değer bir kitap olarak görmüyorum. Yine de yazarımız iyi bir yazar olma niyeti taşıyorsa, kitaba dair yapılan samimiyetsiz incelemeleri bir tarafa koyup, ciddi eleştirilere bir nebze olsun kulak kesilmelidir. Hayatta başarılar dilemek lazım.
Kaybolan Düşler Senfonisi
Kaybolan Düşler Senfonisiİbrahim Yusuf Pala · Karina Yayınevi · 2017233 okunma
··
304 görüntüleme
Elif okurunun profil resmi
İncelemenizi okurken sizin kitabı okumaya başladığınız andaki heyecanı yaşadım. Ve bitiş de gene sizin kitapta yaşadığınız gibi oldu. :d tam, "aaa ne güzel bir kitapmış" dediğim anda okudukça hay Allah dedirttiniz. :d kaleminize sağlık çok etkili bir inceleme olmuş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.