A Pál utcai fiuk (Pál Sokağı Çocukları)-Spoiler İçermez.Ferenc Molnár'ın çok sayıda romanı olmasına rağmen sadece A Pál utcai fiuk (Pál Sokağı Çocukları) adlı başyapıtı ile çok ses getirmiştir ve bu romanla tanınmıştır. Bu eseri Edebiyat hocasının yayımladığı gazete için onun da bir şeyler yazması için verdiği teklifi ile , Ferenc Molnár'ın da hocasını kırmamak adına yazdığı bir eseridir.
Gazetede bölümler halinde yazdığı kitabı, birçok genç okur tarafından sevilmiştir. Ardından çeşitli dillere tercüme edilerek isminin tüm dünyaya yayılmasına zemin hazırlamıştır. Yayımlandığı ülkelerde büyük bir övgüyle okunan bir eser olmuştur. Daha sonra tiyatrolarda sahnelenmiş hatta çizgi film hâline bile getirilmiştir.
Bu kitabın bu kadar sevilmesinin nedeni hiç şüphesiz başarılı bir şekilde ele alınan "çocukluk döneminde kurulan dostluklar ve o dostluk bağlarının gurur ve hüzün verici" yanlarıdır.
Herkesin çocukluğuna karşı derin bir özlemi ve o özlemi uyandıran hatıraları vardır.
Her çocuğun mutlaka çamura bulandığı, çimlere uzanıp gökyüzünü izleyip ; bulutların şekilleri üzerine masallar uydurduğu bir arazisi vardır. O arazilerin kime ait olduğunu bilmeyişimiz, bize aitmiş gibi kullanmak özgürlüğü veriyordu. Hatta o arazilerde vakit geçirdikçe , oraları kendimize aitmiş gibi hissederdik, başka çocukları oralarda görünce telaşlanır, o çocuklarla kavga ederdik. Kendi içimizde dostluk bağları ile çevrelenmiş gruplaşmalar vardı. Herkes birbirini kollar, sahip çıkardı. Kopmaz bir dostluk bağları vardır, o dönemlerde.
Kitapta, Pál Sokağı Çocukları 'nın vakit geçirdikleri araziyi kendi vatanı gibi benimsemesi hatta kendi içinde o vatanın koruyucuları gibi rütbe hiyerarşi oluşturmaları ;çocuklukta kendi oyunlarımızı ne kadar ciddiye aldığımızın bir göstergesi bana kalırsa.
Yetişkinlerin oyun gözüyle baktığı ama çocukların kendi gerçekliği ile sınırlı olan bu halleri, onların kendi içinde ne kadar eşsiz olduğunun bir göstergesidir. Hepimiz çocukken kendimizi özel hissederdik çünkü ölümü ve zamanı tam olarak kavrayamazdık. Bu farklı olan farkındasızlık ve hayata karşı umursamazlık bizi mutlu eden şeydi.Daha sonra büyüdükçe sınırlarının olduğunu sezmeye başlarsın ve işte tam olarak o zaman anlarız ki artık büyüdük.
Tıpkı kitapta geçen şu alıntı gibi :
"Basit çocuk ruhunda derinden derine bir şeyler değişiyordu : Hayata dair, hani içimizde hepimizin bazen kederli, bazen neşeli köleler olduğumuz hayata dair, bazı gerçekleri kavramaya başladığını hissediyordu." (235.syf)
Kendi içimizde bizi büyüten şeyler vardır ; yaşanmış acılar, ayrılıklar, ihanet, yalnızlık...
Dışımızda ise; bizi yakamızdan tutup sürükleyen zaman.
Sizce hangisi bizi daha çok büyütüyor ve olgunlaştırıyor?
Bana kalırsa bizi büyüten şey yaşanmışlıklardır.
Yaş almak sadece yaşlanmak oluyor.
Peki ya biz değil miydik, küçükken bir an önce büyümek için can atan? Büyüyünce de çocuklaşan. Kabul edelim " Büyüyerek çocukluk ettik." ama çocuk kalamadık.
Orhan Veli 'nin büyümek ile ilgili çok güzel bir şiiri vardır onu da sizinle paylaşmak isterim :
❝ MACERA
Küçüktüm, küçücüktüm,
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm.
Bir uçurtma yaptım, telli duvaklı;
Kuyruğu ebemkuşağı renginde;
Bir salıverdim gökyüzüne;
Gökyüzünü gördüm.
Büyüdüm, işsiz kaldım, aç kaldım;
Para kazanmak gerekti;
Girdim insanların içine,
İnsanları gördüm.
Ne yârdan geçerim, ne serden;
Ne denizlerden, ne gökyüzünden ama...
Bırakmıyor son gördüğüm,
Bırakmıyor geçim derdi.
Oymuş, diyorum, zavallı şairin
Görüp göreceği.❞
Kitapta en çok hayran kaldığım çocuk; Ernö Necemsek'ti. Beni en çok duygulandıran, gururlandıran oydu.
Kesinlikle okumaktan dolayı asla pişman olmayacağınız bir eser. İtinayla tavsiye edilir. Keyifli Okumalar.