Gönderi

112 syf.
·
Puan vermedi
İnsan olmaya dair tüm özelliklerimizi; görmeye, hissetmeye, kısaca altı duyumuzla yaşantıladığımız her şeyi, acılarımızı ve sevinçlerimizi, aşk, şefkat ve nefret gibi duygularımızı, renkleri ve doğadan duyduğumuz hazzı, yediğimiz yemekteki lezzeti, bacağımızdaki ve kalbimizdeki ağrıyı içeren bilincin beyinle ilişkisini 2400 yıl önce ilk kez Hipokrat farketmiş olmasına rağmen neden doğa bilimleri beynimizin bizi biz eden, bir zombi değil de insan kılan bu fonksiyonunu 20. yüzyılın sonlarına kadar görmezden gelmiş? Daha doğrusu özellikle yirminci yüzyılın başından itibaren bilim örtük bir özdeşliği kabul etmesine rağmen neden beyinde yalnızca bazı elektro-kimyasal değişiklikler olurken bu yaşantıların nasıl oluyor da bizde renk, koku, lezzet, aşk olarak ortaya çıktığını açıklamayı gerekli görmemiş? “Gerçekten bilinç, filozofların binlerce yıldır ilgisini çeken bir problem olmayı günümüzde de sürdürürken, doğa bilim yöntemlerinin yalnızca nesnel problemleri açıklayabilmesi, bilincin öznel niteliklerinin doğa bilimleri kapsamı dışında düşünülmesi nedeniyle bilim insanlarının ilgisini çok daha geç çekiyor. Bunda sanırım gerek dinlerin ruh-beden ayrılığı üzerine kurdukları mitolojiler, gerekse Descartes’le güçlenen kartezyen bakış açısının dünyayı kavrayışımızdaki baskın etkileri, doğa bilimcilerin, tıp doktorlarının zihin-beden ayırımının (kartezyen ikilik) yarattığı temel sorunları görmezden gelmesinde etkili olmuş.”
Zor Problem: Bilinç
Zor Problem: BilinçSaffet Murat Tura · Metis Yayıncılık · 2018114 okunma
·
162 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.