Yüreğinle bakmadıkça görsen bile inanmaGeçtiğimiz gece, doğada duyduğumuz sesleri
taklit eden bir uygulamayla uyumayı denedim.
Yağmuru, rüzgârı, rüzgârda birbirine çarpan
bambuları, kuş cıvıltılarını, cırcırböceklerini,
dere kenarındaki su şıpırtılarını, açık havada
yakılan ateşin çıtırtılarını dinledim. Doğanın
seslerini düşününce bile zihnimde bir gevşeme,
bedenimde bir rahatlama hissediyorum. Yeşillik
arıyor gözlerim. Tek bir rengin binlerce tonu olduğu,
çeşitliliğin uyum içinde var olabildiği o manzaraya
bakmak istiyorum zaman zaman. Hayatımızın
yüksek ritminde duyusal deneyimlerimizin
kalitesine önem veremeyebiliyoruz. Denizi
görüyoruz ama dalgaların sesini duyamıyoruz,
yağmurdan kaçıyoruz ıslak toprağın kokusunu
alamadığımız için, ağaç gövdelerine dokunmuyoruz
kaldırımda yürürken. Duyularımız özümüze iyi
gelen şeylerle temas ettiğinde kendimizi daha
iyi hissediyoruz. Medeniyete ne kadar tutunsak
da doğa bizim ilk yuvamız. Günlük hayatımıza
kattığımız bu minik deneyimler eve dönme hissi
veriyor. Bugünkü davranışlarımızın çoğunu oradan
öğrendik. Bazılarını unuttuk, bazılarını geliştirdik…
NNN
“Görsen bile inanma” demişti babam, ben
çok küçükken. İlk duyduğumda bu fikir bana
imkânsız geldi ama nüvesi aklıma yerleşti.
Başlarda gözlerimden daha çok güvenebileceğim
ne olabilir ki diye düşünürken, kafamın bir yerinde
bu sözle büyüdükçe ne demek istediğini daha iyi
anlamaya başladım.
Çoğunlukla varsayıyoruz. Merkezine kendi
bilgilerimizi, değerlerimizi koyduğumuz bir
bakış açısıyla gördüğümüz her şeyi değerlendirip
sonuçlara varıyoruz. Yollarımızın kesiştiği
her insan bizimle karşılaştığı noktaya gelene
kadar milyonlarca temastan geçiyor. Her biriyle
şekilleniyor. Bir depo dolusu duyumlar ve bilgiler
belleğiyle karşımıza gelmesine rağmen tüm
bağlarından, izlerinden sıyrılmış gibi duruyor.
Çünkü tek bir açıdan baktığımızda, gözümüz
onu sadece durduğu yerde görebiliyor. Geçmiş
bağlamından, yaşantılarından soyutlayıp
kendi zihnimizin atıflarını yüklüyor. Yanlış
anlamalarımız, yargılamalarımız, suçlamalarımız,
alınganlıklarımız da böyle zamanlarda, yani
bakışımıza yüreğimizi katmadığımızda ortaya
çıkıyor. Empati bize tüm o görünmez bağları
hissetme gücünü veriyor. İlk bilgilerimize geri
dönmüşüz gibi. Merakımızı ve yüreğimizi koyarak,
tüm duyularımızla dünyaya bakınca, gördüğümüzü
sandığımız şeylerin algıladığımızdan daha farklı
olabileceğini deneyimleyebiliriz.
Doğru kararları verebilmeye çalışırken de
tüm bu alışkanlıklarımızla beraber hareket
ediyoruz. Kararlarımızın ve seçeneklerimizin
farklı renklerini ve farklı tonlarını görebildikçe,
hayatımıza verdiğimiz yön de değişiyor. Her
birimiz hayattan haz almak, sevmek, paylaşmak
ve mutlu olmak istiyoruz; o yüzden ne sadece siyah
ve beyazlar, ne saf şeytanlar ne de saf melekler var
burada. Sadece biz insanlar.