Şiir, hayatım boyunca kendi kişiliğim ve benliğim ile hiçbir zaman bağdaştıramadığım, benim dışımda bir var oluşum gibiydi. Abartmıyorum; şiir benim nazarımda antik çağlarda konuşulan lisanlar kadar uzak ve yabancı bir kavramdı. Tabi dili geçmiş zaman kullanmamdan artık bu durumun tümüyle değiştiği kanısı oluşmasın lakin fark ettiğim bir gerçek varsa o da şiir ile aramızdaki mesafenin her geçen gün daha da azaldığıdır, okuduğum şiirlerin azalttığıdır.
Şiir hakkında bazı tanımlar okudum. Bunlardan en dikkat çekeni ise “şiir, cümleyi ortasından çözüp başını sonuna bağlamaktır. Geriye kalanı suratlara çarpmaktır. Çünkü şiirin ortası yoktur, o ya hep iyidir ya da hep kötü.“ diyen tanımlamaydı. Madak’ın şiirleri de esasen bu tanımlama ile kendi değerini biz okurlara kanıtlar nitelikte. Zira 8 satır, yani epitopu 2 paragraftan oluşan bir yazım nasıl olur da sayfalarca yazılmış kitaplardan daha çarpıcı ve daha etkili olabilirdi.
Didem Madak acılarını şiirin o esrarengiz havası ile yansıtması yeni yeni şiir okuyan bana göre oldukça başarılı. Acıların yanında, pişmanlıklar, geçmişe dönük özlemler, yaratıcıya ve hayata savrulan sitemler de fazlasıyla kendini belli eden duygu yansımaları da Madak’ın melankolik ruh halinden ipuçları niteliğinde. Evet, genel anlamda şiirlerinin üzerinde tüten keskin hüzün kokuları okurun burnunun direğini sızlatacak cinsten. Son olarak çok süslü cümleler oluşturmamış olsa bile çok iyi tasvirlerde bulunduğunu da belirtmek isterim. Şiir severlere tavsiye ederim ve çok beğendiğim bir paragrafı ile de bu şiir acemisi okurun incelmesini sonlandırmak isterim.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum ...
Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
Limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Keyifli okumalar.