Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

248 syf.
8/10 puan verdi
"bir sevdiğin olmasa şiir yazmazsın" diyor seyit, dirmit'e. sevmesek yazılmıyor mu bu şiir denen edebiyat harikası? yani sevmek dediğimizde akla bir tek erkek ve kızın birbirilerine duydukları kuvvetli his mi geliyor? şiirler başka şeylerden de söz edemez mi? seyit nereden bilsin, okuduğu kitaplardaki dede korkut'un hala yaşadığına, alevli toplara, eriyen demir efsanesine can-ı gönülden inanıp bir hocalık, dilkeşlik yapan seyit nereden bilsin? sıralı gittiği bu serüvende, henüz ilk basamaktayken zirvedekini tariflemesini beklemek ona da haksızlık değil mi? seyit'e yapılan haksızlıksa, halit'e yapılan değil mi? dirmit'e reva görülen eza, zekiye'nin ince belinde küçük bedeninde gümbürdeyip duran kalbine ağır bir acı değil mi? hayatta yalnız geçim sıkıntısı mı var? yalnızca krizler, marx serzenişleri, düzen muhalifliği mi var? bu dünyada, onları katlanılır kılan, yaşadığını hissettiren, ölümü burada tattıran acılar yok mu? kalp sızısı yok mu? zekiye'nin acısını derinden hissettim, ölçünün kaçırıldığı bu ilişkiler yumağı çilesinde en çok göz ardı edilen de zekiye'ydi. öyle ki latife tekin bile bahsetmeye çok az değer bulmuştu. kimse derdini dinlemeye, dillendirmeye layık bulmadığı için bir kenarda unutulmuş, otlardan medet ummuş, allah'a yakarmayı düşünecek akıl bırakılmamış bir garip zekiye. hikayede kullanılan isimlerin de karakterlerle ilişkisi olduğunu düşünsem de maalesef ilişkisini kuramadım. seyit, önder desen değil; sürekli bir ortak peşinde, sorumluluk yıkmanın derdinde. halit, daimi süren bir istekle hayatını sürdürmekten pek uzak, ayran gönüllü -bu da ne demekse- bir değişik genç. dirmit'in üzüm karası gözleri var mıydı, vardıysa neden hiç nakış nakış işlemediği de bir diğer cevapsız sorum. kitap büyülü gerçekçilik akımına dahilmiş, bu akımın neliğine kitabı okuduktan sonra vakıf oldum. kısaca tarifleyecek olursam, bu akıma göre olağan ve olağan üstü olaylar öylesine iç içe kaynaşmıştır ki bir bütün halinde sunulur ve olağan üstü olaylar, olağan dışılığını hissettirse de bambaşka bir evrenden geldiğini hissettirmez. hah, işte bu akım eğer benim anladığım gibiyse latife tekin bunu başarmış. kadının böyle bir amacı var mıydı o da ayrı mesele tabii, başarmayı dilediği bir yazı mıydı sevgili arsız ölüm? yoksa önünü durduramadığı, çağlayıp coşuşuna dayanamayıp aksın, aksın yoksa yüreğimi dağlayacak, kendimi kaybettirecek bana dediği bir yazı mıydı? bana öyle geliyor ki kendini sık sık kontrol ederek, o el değmemiş, o dil uzatılamamış yerel dille birlikte o çağlayan kelimelere yavaş yavaş akması için küçük aralıklar tanımış. hep akıtmış, hem durdurmuş. latife tekin, yazar olmaklığını konuşturmuş, o susmuş sözcükleri kalemi eline almış. kendisine sorulunca hiçbir akıma kendisinin dahil edilmesini istemediğini söylüyor. "beni oraya buraya koyuyorlar, ben hiçbirine dahil değilim. roman da yazmak istemezdim. ben şiir yazmayı isterdim. roman sevmiyorum. bana roman yazarı denmesi çok hoşuma gitmiyor" diyor melih cevdet anday gibi. çok sert bir üslupla. aslında böyle desem de kitabın sonuna doğru yaklaştıkça bu yazarın tam da böyle konuşması gerektiği kanaatine vardım. net, yalın, şehirli kırılmaları yok. kitaba içini öyle, yok dökmemiş, dedim ya usul usul akması için aralıklar tanımış, ortaya koymuş. "ben buyum, böyle yazıyorum, böyle diyorum, var mı?" demiş adeta. çok deli kanlıymış. deli olan yalnızca kanı değil, dirmit'miş. bana öyle geliyor ki dirmit kendisiymiş. dirmit kim değil ki? konu madem dirmit'e geldi, asıl üzerine düşündüğüm meseleleri buraya yazmak istiyorum. dirmit, bir garip genç kız. yetim, öksüz. anası olmayana öksüz deniyor, babası olmayana yetim deniyorsa tam da öyle. ama yaşıyor, yan yanalar. tek göz odalı evdeler. bu kız nasıl yetim olur, bu kız nasıl öksüz olur? bu kızın yalnızca kendisi varmış, öyle anlatıyor bana latife tekin. evde kimsenin kendiliği yokmuş ancak dirmit'in olunca çok yabancılamışlar, kendiliğini kovmuşlar evden. dirmit'ten dirmit'i kovmuşlar. bu kız nasıl yaşasın? bu kadın nasıl yaşasın? bu insan nasıl yaşasın? hep öngörüldüğü gibi, hep komuta edildiği gibi mi? buna yaşamak denebilir mi? kitapta benim için bir ritim var. diyaloglar kulağımda yankılanıyor, latife hanımın ara sözleri kimi zaman sert, kimi zaman hüzünle zihnimdeki beyaz sıvının içinde yatağını buluyor. her kitabın mutlaka bir şarkısı vardır ama her kitabın bir ritmi olduğuna inanmıyorum. ritmi olan kitapların bu bakımdan özel olduğuna inanıyorum. dirmit'in ağlamaktan şişen, kuruyan, kızaran gözlerinin acısını; yataktaki titreyişini tüm bedenim karıncalanarak hissettim. bunu sağlamanın çok özel bir kabiliyet olduğunu ve dahi demeliyim ki bir çabanın ürünü olmaktan ziyade vehbi bir kabiliyetle ancak sağlanabileceğini düşünüyorum. şehirden alıp başını huvat'ın peşinden giden atiye'nin köylülüğe hemen ayak uydurması beni hayretler içinde bıraktı. daha fenası, ayak uydurmanın ötesinde bütün hurafelere ayetmişçesine sarılması bütün bir ailenin faciasına sebep oldu. bu aileden sağ çıkan yok, katili hurafeler mi yoksa ona kıymet atfeden atiye ve atiye zihniyetindekiler mi? daha karnındayken dirmit'i kalbinin, kafasının içinde lanetleyen atiye hayatı zindan etti. tutsak olduğu mahzende hurafeler, ipe sapa gelmez görenekler, gelenekler birer parmaklık gibi daha da hapsetmiş, daha da nefes aldırmaz olmuş, pencerelerin gelen ışığını kapatmış. dirmit kalkmış, o ışığı kendisi oluşturmak istemiş, sızsın, sızsın bulsun da kalbimdeki çatlağı oradaki çürümüş tohumları ısıtsın, yeşertsin istemiş. evin çatısına çıkmış, mektubun kalan kısmını orada yazmış bir kuşla. mektubu tüm semaya duyurmuş. bulutlara yakın duran gökyüzünde asılı perdeleri çekilmemiş ışıkları açık lambalar görmüş. o ışıklarla ısıtmış içini. dirmit'in latife tekin olduğunu düşünüyorum. allah'ım yazmak ne zor, resmen tüm mahremiyetini alıyor, kendi elinde nakış nakış işliyor, ilan ediyor; "zayıflıklarım, hezeyanlarım, acılarım, zafiyetlerim, sevinçlerim, çocukluklarım, ergenliğim, duygularım, ömrüm ellerinizde" diyorsun. dirmit, latife, zümra, atiye, ayşe, büşra... isim değişse yazgı değişmiyor belki. bu kitabı okurken, eş zamanlı okumalarım sırasında tevafuk ettiğim bir hadis-i şerifle çok özdeşleştirdim, kafamın içindeki bir tuğlayı kaldırıp bir pencere açtı bana. allah'ım bize cevamiul kelim olan rasulullahı gönderdiğin için duyduğum hadsiz minnetimi anlatamam. hadis-i şerif şöyle: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah olun." [Buharî, Nikâh 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikâk 23; Müslim, Radâ 65, (1468); Tirmizî, Talâk 12, (1188). bu hadisten kadınların sürekli bir kalıba sıkıştırılmasının onları ancak kıracağını anlıyorum. dirmit'in olayın işleyişinde sürekli olarak kalıplara karşı duran, muhalifliğiyle, sorgulamalarıyla sesini duyuran bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. dirmit'i eğip büken, kalbini tuzla buz edip, aklını kaçırtan şeyin de bu olduğunu düşündüm. yalnız dirmit'i mi? zekiye'yi, nuğber'i, atiye'yi... sürekli edilgen konumda kabul edilen kadının duygularının hiçe sayıldığını, erkeğine hizmet etmekten, onu düşünmekten, ona "yaranmaktan" ibaret bir yaşamı reva gören toplumsal normlar. hassasiyetleri yüksek olan insanlar, bunca eğilip bükülmeye dayanamayıp tutulan yerinden kırılıyor. hadiste geçen "eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın." en eğri yerin yukarı kısımda oluşundan kalbi anlıyorum, duyguların sürekli kulbettiği et parçasını. bu örgüde, atiye'nin saçları ıslatılıp dolanıp bir güzel sıkıldı, aktı tüm kırgınlıkları. akınca öldü, akınca yaşadı edebiyette. dirmit, babasının duvarı parmağıyla ıslattığı o noktadan yeşeren bir kırmızı noktaya baktı, karanfil diye duvardan alıp göğsüne taktı. kırılan yerlerine merhem diye ilk kez sürüldü bir çiçek.
Sevgili Arsız Ölüm
Sevgili Arsız ÖlümLatife Tekin · Can Yayınları · 20187bin okunma
··
303 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.