Hitler’i Kim Öldürdü
Kâmuran K. Çelebi
Çelebi Basımevi, İstanbul, 1945
Kitabın girişinden Kamuran K. Çelebi’nin “Paris Beynelmilel Dedektif ve
Gazeteci Mektebi Mezunu” olduğunu anlıyoruz. Kitabın arka kapağında
Çelebi’nin, Siz de Bir Dedektif ve Gazeteci Olabilirsiniz isimli bir kitabının
daha olduğu belirtiliyor. Çelebi o tarihte henüz basılmamış olan bu
yeni kitabını, “Yeni çığır maduniyete son hükmünü vermiştir.
Tembel ve miskinlere artık hayat kalmamıştır. Kalkınmak, yükselmek,
üstün bir adam olmak, kendinizi kontrol etmeyi bilmek isterseniz…” diye
tanıtmış. “Siz bilirisiniz tabii ama tersini isterseniz kitabımı bekleyin,”
demek istemiş özetle yazar.
Çelebi, Hitler’i Kim Öldürdü isimli bu kitabında, Hitler’in doğumundan,
siyasi bir figür olarak yükselişine ve ardından düşüşüne kadar geçen
tarihsel süreci aşamalarına ayırmış. Hitler’in ölümü aslında onun manevi
olarak tarih sahnesinden çekilişini anlatıyor.
Ancak önsözden, kitabın basım aşamasında yeni bir gelişme olduğunu anlıyoruz.
“Bu kitap baskıda iken dünya ajans ve radyoları nasyonal sosyalizmin
tamamıyla yıkıldığını, parti şeflerinin sırra kadem bastığını ve Hitler’in
henüz teeyyüt etmeyen bir habere göre öldürüldüğünü bildiriyorlar.
Evet, belki Hitler henüz ölmemiştir. Fakat, bence bu adamın ölümü
mukadderdir çünkü 1933’de iktidar mevkiine geldiği günden beri takip
etmiş olduğu siyaset, uzun vadeli bir intihar siyasetinden başka bir şey değildir.”
Yazarımız, Hitler ile ilgili detayları naklederken bir Avrupa seyahatinde
tesadüf eseri diktatörle nerdeyse burun buruna gelişini de anlatmış.
“İsmini hatırlamadığım bir caddeden geçiyordum, etrafta bir koşuşma,
bir gürültü, Heil! Heil! nidaları kulağıma gelmeye başladı.
Koyu renkli bir Mercedes markalı arabanın içinde, şoförün yanında,
zabit kılıklı biri ayağa kalkıp oturuyor, dikkat ettim, tâ kendisi.
Resimlerde gördüğüm Hitler, bütün Avrupa’nın mutlak lideri, Yahudiliğin 1
numaralı düşmanı. Üzerinde haki renkte bir jaket, mahut kasket başında.
Sert bakışlarıyla tab’asını süzüyor, bilmukabele sağ eliyle kendilerini ve bu
arada beni selamlıyordu. Aramızdaki mesafe 20 metre ya var, ya yoktu.
Herkes bana bakıyor ve belki de selam vermediğim, Heil! demediğim
için içerliyordu. El kadırmayı sevmediğim için Japon usulü kuru bir
selam vermekle mahcubiyetten, belki ıslatılmaktan kurtuldum.” (s.38)