Özetleyecek olursak, aklımız hangi kuramı benimserse benimsesin hayalgücümüzün kendine has çok belirgin bir felsefesi vardır: Tüm insani biçimlerde maddeyi şekillendiren ruhun çabasını görür; bu ruh çok daha esnek, sürekli hareket halinde, yer tarafından çekilmediği için hiçbir ağırlığı olmayan bir ruhtur. Canlandırdığı bedene kanatlı hafifliğinden bir şeyler katar: Böylece maddeye bulaşan gayri- maddilik, zarafet denilen şeydir. Fakat madde direnir, inat eder. Bu yüksek ilkenin sürekli teyakkuz halindeki faaliyetini kendine doğru çeker; onu kendi ataletine sürüklemeyi ve basit bir otomatizme indirgemeyi ister. Bedenin zekâ barındıran çok çeşitli hareketini bönce katılaşmış kalıplar halinde dondurmak, yüzün oynak ifadelerini kalıcı şablonlara oturtmak ve nihayet yaşayan, canlı bir idealle temas içinde sürekli yenilenmek yerine bir tür mekanik iştigalin maddiliğine dalmış ve gömülmüş görünen bir üslubun damgasını bütün bir şahsiyet üzerine vurmak ister. Böylece madde, ruhun canlılığım dışarıdan donuklaştırmayı, hareketliliğini dondurmayı ve nihayet zarafeti söndürmeyi başardığında vücuda gülünç bir hava verir. Dolayısıyla gülünçlüğü tersiyle tanımlamak istenecek olursa, onu güzellikten ziyade zarafetle karşı karşıya koymak gerekecektir. Gülünçlük, çirkinlikten ziyade katılıktır.