Masumiyet öyle bir şeydir ki, insanı istemsizce kendine âşık eder; Mehpeyker başta Ali Bey'e olan duygularını kontrol edebiliyor fakat ''masumiyet'' onu çarpınca kontrolü kaybediyor. ''Biz romandaki karakterleri değil, romandaki karakterler bizi yönlendirir'' diyor George Steiner. Çok haklı, örneğin Dostoyevski Budala'daki Mışkin'in ne yapacağını kestiremez ve roman için birkaç son hazırlar, bunları taslaklarından görebiliyoruz. Romanlardaki karakterler canlıdır, hatta dünyadaki bazı insanlardan daha canlıdırlar; onların hem ruh hallerini, hem de yaşadıkları olayları görürüz. Yazarların da hayat felsefesini inceleriz. Ayrıca, senin de dediğin gibi, her ne kadar Namık Kemal Mehpeyker'i gömmek istese de, okuyucu onun şehevi bir aşkla değil, masum bir aşkla Ali Bey'e bağlandığını anlar. Yüz bulmayınca da bu aşk kirlenir. Bir diğer örnek de Ali Bey'e Namık Kemal'in ''akıllı'' demesi; ona hep aynı şeyi söyler fakat okuyucu Ali Bey'in pek de akıllı olmadığını anlar. Hatta romanda en çok Ali Bey'e değil, Mehpeyker'e sempati duyar. Namık Kemal romanın başlarında kendi yönlendirmiştir karakterleri fakat roman ilerledikçe kontrolü karakterler almıştır, çünkü onlar da bilinçlenmişlerdir; Namık Kemal'in karakterlerine söz geçirememesinin sebebi budur.
Ben de en çok romanın yorumlanabilirliğini ve kıvrak yapısını beğendim; Ali Bey, Mehpeyker ve Dilâşub gibi her biri ''ikon'' olan karakterlerin macerasını okumak güzeldi, fakat şu da bir gerçek ki, bu roman 21. yüzyılda ya da 20. yüzyılın son çeyreğinde yazılsaydı pek de güzel olmazdı, çünkü eski romanları tekrar etmiş olurdu.
Senin beğenmene çok sevindim. Zaman ayırıp, okuduğun için teşekkür ederim, var ol. :)