Gönderi

164 syf.
9/10 puan verdi
·
Read in 26 hours
GEÇ BİR ''UYANIŞ''
''Bir gün bir şeyi istersin, ertesi gün tutkuyla, ölesiye ona bağlanırsın, daha ertesi gün onu istediğinden utanırsın, arzun yerine geldiği için hayata lanet edersin. İşte insan hayatta kendi isteğinin peşinden serbestçe giderse böyle olur. Bastığımız yeri yoklayarak yürümeliyiz; bazı şeylerden gözlerimizi çevirmeliyiz, mutluluk hülyalarına kapılmamalıyız, mutluluk elimizden kaçarsa isyan etmemeliyiz; hayat budur işte...'' (İvan Gonçarov, Oblomov, s. 304) İlk edebî romanımız olarak nitelendirilen İntibah romanında olaylar bir aşk hikâyesi üzerinden gelişir. Namık Kemal romanında kendi hayat felsefesini ve dünya görüşünü yansıtmaya çalışmıştır. Romanda, sosyal hayat içerisinde kadın ve erkeğin bulunduğu konum, kölelik, ''ahlaklı ve ahlaksız'' tipler ve en önemlisi, geç manevi ''uyanış''ın oluşturabileceği trajik durumlar konu edinilmiştir. Ali Bey, zengin bir aile çocuğu, yirmi bir, yirmi iki yaşında bir gençtir. Ana babasının bir tanesi olduğundan, öğrenimine, eğitimine dikkat edilmiş, ebeveynleri tarafından çok güzel yetiştirilmiştir. Babası vefat etmiştir ve annesiyle birlikte yaşar. İnceliği, şefkati, saflığı ve masumiyetiyle, görenleri hayran bırakır. Ali Bey'in bastırılmış bir kadın tutkusu vardır. Bunu arkadaşlarının vesilesiyle, tesadüfen öğrenir, öğrenince de rahatsız olur, çünkü hem böyle bir tutkusu olduğunu keşfeder, hem de oluşan tutkusunu doyuramaz. ''O zamana kadar çektiği elemlerin hepsinden çok üzülür''¹ bu duruma, çünkü o hiç tutkusunun altında ezilmemiş, tutkusu tarafından boğulmamıştır. Ve bu duygu, daha en başından, onu kötülüğe sürükler: ''O zamana kadar asla yalan söylememişti. Şimdi yalana başvurmaktan başka zihninde annesini ikna etmek için bir çare düşünemezdi.'' (s. 17) Ali Bey, Mehpeyker adında, pis, ahlaksız ve sefih bir fahişeyle karşılaşır. Tabii onun fahişe olduğunu anlamaz ve ona hemen tutulur. Öyle ki, ona hemen övgüler düzer. Mehpeyker de bunu lehine çevirmek ister, çünkü Ali Bey hem saf, hem de yakışıklıdır. Mehpeyker, akıllı bir kadındır. Gözlem yeteneği üst düzeydir, insanları iyi süzer ve iyi analiz eder. Dili de iyi kullanır. Hem sesi, hem de bedeni eşsizdir; insanları baştan çıkarmada en çok bunları kullanır. Mehpeyker, Ali Bey'le ilk buluştuğu zaman, hemen onun harap halini anlar ve ''Buraya kadar öyle bir durumda geldiniz ki tanımlanamaz,''² der. Bu da onun analiz yeteneğinin ne kadar kuvvetli olduğunun kanıtıdır. Namık Kemal de devamında Mehpeyker için ''Ruhun kuytularını görmekte sahip olduğu görüş keskinliğiyle, yalvarıp yakarmadaki ustalığıyla Bey'in gönlündeki duyguları tamamıyla gözden geçirdi,'' diyerek onun bazı özelliklerini özetler. Mehpeyker iyi bir analisttir. ''Gözü perdeli doğmuş bir insan yirmi yaşına girdikten sonra o illetten kurtulur da dünyanın rengârenk güzelliklerini görürse güneşi nasıl sever, ben de sizi öyle seviyorum.''³ Ali Bey'in ''uyanış''ı iki kategoride incelenebilir: cinsel ve manevi. Mehpeyker'le tanıştıktan sonra, cinselliğini keşfeder, istemsizce onu arzular ve arzusunu onla doyurmaya çalışır. Başlarda oldukça saftır ve istemsizce hareket eder. Fakat sonradan bunun farkına varır. Bu uyanışı mehpeyker alevlendirdiği için sancılı olur. Manevi ''uyanış''ı ise daha sancılı olur. Çünkü kendini o kadar çok kaptırır ki, etrafına kulak veremez. Zaten bu ''geç uyanış'' romandaki tüm trajedilerin nedenidir. Mehpeyker'le tanıştığı zaman Ali Bey adeta bir çocuktur, hayata karşı farkındalığı oluşmamış, benlik bilinci kazanmamış bir çocuk. Fakat Mehpeyker'le tanıştıktan, acı çektikten ve tutkuları onu kavurduktan sonra, düşüncelerine dalar ve yavaş yavaş benlik bilinci oluşur. Ali Bey, o dönemdeki diğer herkes gibi, Mehpeyker'le ilişkisi konusunda oldukça acelecidir. Mehpeyker'e o kadar çok tutulmuş ve kaptırmıştır ki, durumunu enine boyuna düşünmez. Daha ilk konuşmalarında ''İsterseniz hemen bugünden anneme haber vereyim,''⁴ der ve hem aceleciliğini, toyluğunu ve masumiyetini, en çok da kendini kaptırmışlığını gösterir. Anna Karenina'daki Levin ile Kiti çifti de böyle değil midir? Onlar birbirlerini tamamen tanımadan evlenirler ve evlendikten sonra ilişkilerini sorgularlar. Bu, o zamanın toplumsal koşullarından kaynaklanır. Diğer her şey gibi, aşk da üzerine düşünülünce mantıklı ve olanaklı değildir. Aslında aşk çoğu zaman kendini kaptırma ile oluşur. Sevdiğin (ya da sevdiğini sandığın) insana kendini çok kaptırırsın ve sadece onu arzu edersin, gerisi önemli değildir ve kendin ''Onu elde edersem ne olacak ki?'' diye sormazsın. Lermontov der ya, ''Sevmek... Fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, / Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın.'' İşte Ali Bey de, bu ''sonsuz aşkın'' peşinden bilinçsizce koşar, Mehpeyker ona çelme takar ve o da düşer. Böylece ''Mehpeyker'siz geçen ömrü için hazin hazin teessüfler eden''⁵ Ali Bey'den, Mehpeyker'in varlığına lanetler okuyan ve ondan nefret eden bir Ali Bey'e dönüşür. Devamında, Ali Bey Mehpeyker'in ahlaksızlığını öğrenir ve ona açıklamaya gider. ''Cisimleşmiş bir güzellik gibi beyazlara bürünmüş''⁶ Mehpeyker, güçlü bir ironidir. Vücudu beyazlara bürünürken, ruhu karanlıklar içindedir. Bu bakımdan tıpkı Dorian Gray'e benzer. Dorian Gray de güzel yüzünü herkese göstererek herkesi kandırır, Mehpeyker de. Dorian Gray de güzelliğini görünce büyülenir ve bunu lehine kullanmayı iyi bilir, Mehpeyker de. Onlar, kötülüklerini ve bedensel özelliklerini topluma karşı etkili kullanabilen insanlardır. Ali Bey, Mehpeyker'in ahlaksızlığını öğrenmesine rağmen onun söz oyunlarına, yalvarmalarına kanar, ona inanır ve affeder: ''Yüzüne bakmaya tenezzül etmeyeceğim? Senden vazgeçmeye bir türlü karar veremiyorum. Karar versem de yapamayacağım. Geçmiş ne halde olursa olsun şimdi yokluğun mezarına gitti.'' (s. 52) ''Hakkımda ne söyledilerse belki azdır. Gayet terbiyesiz bir evde doğdum, orada büyüdüm. Daha yaşım on üçe varmadan akrabalarım namusumu satarak zenginleşmeye kalkıştılar,''⁷ der Mehpeyker. İnsan çocukluğunda ne görmüşse ve ona ne dikte edilmişse, büyüyünce onu devam ettirir. Çocukluk, davranışlarımızın ve huylarımızın oluşma serüvenindeki en önemli evredir. Bir çocuğa ha bire ''Sen aşağılıksın, sen aşağılıksın'' derseniz, çocuk büyüyünce onda aşağılık kompleksi oluşacaktır. Ona ha bire ''Baklava güzel bir tatlıdır'' derseniz, çocuk büyüyünce baklavaya karşı bir aşk besleyecektir. Bunun en büyük örneği distopyalardır. 1984'te babasını ihbar eden ve onu ölüme sürükleyen çocuk, neden bile bile babasını ölüme sürükledi? Çünkü o öyle yetiştirilmişti, toplumsal yapısı böyleydi. Bebekliği ve çocukluğu öyle geçti ve babasını ihbar etti. Cesur Yeni Dünya distopyasında insanlar neden kitaplara dokunamazlar? Çünkü o insanlar öyle yetiştirilmişlerdir. Çocuklularında kitaplara dokunsalar, onları elektrik çarpar ve günlerce, aylarca bu tekrar eder, böylece onlar büyüyünce asla kitaplara dokunmazlar. Mehpeyker de böyle yetiştirilmiş, böyle büyütülmüş ve böyle büyüyünce de kirli ruhlu, sefih ve kendi çıkarı uğruna başkalarını kullanan bir kadın olmuş. Peki onu suçlayabilir miyiz? ''Hiçbir yarasa şafağa karşı koyamaz, toplumu alt katmanlarından aydınlatın,''⁸ diyor Victor Hugo. Kimse böyle pislik bir ruha sahip olmak istemez. Mehpeyker'in böyle pislik bir varlık olmasının sebebi ailesi ve toplumsal yapı. Aslında bu çocuğun o kadar kötü biri değil, herkesin de gördüğü gibi, sıradan bir insan olduğu ve sırf bu tür insanları yaratan koşullar içinde bulunduğundan bu hale geldiği besbellidir. Bunun gibi çocukların olmaması için bu talihsiz yaratıkların oluştuğu koşulları ortadan kaldırmaya çalışmak gerektiği de apaçık ortadadır. (Lev Tolstoy, Diriliş, s. 174) Eğer ailesi böyle olmasaydı Mehpeyker böyle olmazdı, ki, her hayvanın ekosistemde bir yeri olduğu gibi, her insanın da hayatta bir rolü vardır. Eğer Mehpeyker olmasaydı, Ali Bey hep ''kıt akıllı'' kalacaktı ve hiçbir zaman benlik bilinci kazanamayacaktı (kazansa bile çok geç olacaktı). Mehpeyker'in kişiliği, romanın kilit noktası ve romanı oluşturan parçadır. Ali Bey'in ahlakı, Mehpeyker'den sonra gittikçe bozulur. ''Siz lüfedin de bir kadeh rakı verin,''⁹ der Mehpeyker'e. Daha sonra (neredeyse tamamen batağa battıktan sonra), aklı başına gelir. ''Bey'in ahlakı alıştığı zevk ve eğlenceyle iyiden iyiye bozulmaya yüz tutmuştu. Ender bulunur yaradılıştan bir zekâ ve yirmi yıllık güzel bir eğitimin bütün melekelerini üç beş aylık bir tutkunluk bütünüyle yok etmeye kâfi olmamıştı.'' (s. 76-77) Ali Bey, kendi durumunu enine boyuna düşünebilen, akıllı bir adam değildir. Manevi dünyası da çok dardır; o, ''düşünceli'' bir insan değildir. Düşünceli olmaması iki bakımdan açıklanabilir: Hem ilişki kurduğu insanlara karşı ve toplumdaki durumuna karşı düşünceli değildir, hem de kendi içinde, manevi açıdan düşünceli değildir. Her ne kadar Namık Kemal ona ''ender bulunan yaradılıştan bir zekâ'' verse de, pek de zeki değildir. Akıllanması, yozlaştıktan, içkiye, kadınlara bulaştıktan ve ''Mehpeykerleştikten'' sonra olur; çünkü durumunu kendi başına gözden geçiremez, illa başkalarının müdahalesi gerekir. Diriliş incelememde yazdığım pasajı burada da paylaşmak istiyorum: Çoğu aşk başta ''tinsel'' (manevi) ya da ''tensel'' (bedensel) aşktır. Kimileri partnerinin bedenini beğenir, kimileri de düşüncelerini beğenir. Bu tinsel ya da tensel aşk, zamanla, sohbetlerle ya da oynaşmayla doyurulur. Daha sonra bunların kabukları kırılır ve insanın içindeki bedensel arzu ortaya çıkar, partnerler birbirlerinin bedenlerine arzu duyarlar, sonra, bu iki arzu da doyurulunca (yeterince düşüncelerini dinleyince ya da yeterince bedensel haz alınınca) yolların ayrılması kaçınılmaz olur. Bu, ilk önce tensel aşkla başlayıp, tinsel aşkla da bitebilir, tinsel aşkla başlayıp, tensel aşkla da bitebilir. Sadece biriyle başlayıp (çoğunlukla tensel aşkla başlayıp onla biter) onla da bitebilir. Ali Bey'in aşkı da, tinsel-tensel (başta her ikisi de var) aşkla başlayıp, tensel aşkla bitiyor. Aslında Diriliş'teki Nehlüdov'un serüveni, Ali Bey'in serüveniyle benzer fakat bir o kadar da zıt. Nehlüdov, kirli bir zihinle, yozlaşmış olarak yoluna çıkar, sonra hatasını anlar, telafi etmeye çalışır, didinir ve emekle Tanrı'ya ulaşır. Ali Bey'se tertemiz bir kişilikle yola çıkar, yolda Mehpeyker'le tanışmasıyla birlikte kişiliği gittikçe bozulur, önce yalana, sonra içkiye ve kumara başlar, kadın düşkünlüğünü alevlendirir ve en sonda da eli kanlı bir katil olur. Nehlüdov dirilirken, Ali Bey sadece uyanır. Uyandığındaysa iş işten geçmiştir. Mehpeyker'in Ali Bey'e aşkı sadece şehevi bir aşk değildir. Mehpeyker onun ruhunu sevmiştir, ona âşık olmuştur. ''Hiçbir şey, farkında olmadan elinde cennetin anahtarını taşıyan göz kamaştırıcı masumiyet kadar mükemmel değildir,''¹⁰ ​der Victor Hugo ve gerçekten de öyledir. Âşık olmuştur çünkü o masumiyet ve mükemmellik karşı konulamazdır. İnsanı hemen etkisi altına alır ve kalp ne kadar katılaşmış olursa olsun, o kişiyi arzu eder. Bu ''masumiyet aşkı'' daha ilk buluşmalarında ortaya çıkmıştır. Mehpeyker ona cilve yapar fakat Ali Bey anlamaz, kibarca cevap verir ve bu da Mehpeyker'in kalbine dokunur, onu istemsizce etkisi altına alır. Victor Hugo bu sözü Cosette'e ithafen söylemiştir ve Cosette ile Marius'ün aşkı da böyle bir aşktır. Ayrıca Dostoyevski'nin Budala'sında Mışkin'e âşık olan Nastasya Filippovna ve Aglaya İvanovna da Mışkin'in masumiyetine âşık olmamış mıdır? Hatta Nastasya Filippovna, Mışkin'e, ''İlk kez bir insan gördüm,'' der. Mehpeyker'in de gördüğü ilk ''insan'' Ali Bey'dir ve bu yüzden ona âşık olmuştur. ''En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir, / Aynı tat isteği, iştahı köreltir. / Onun için, ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin''¹¹ der Shakespeare. Ali Bey ve Mehpeyker, aşklarında hiç ölçülü davranmamışlardır. Ki, onlar ölçülü davransalar da elbet ayrılacaklardır, çünkü onlar iki zıt kutuptur. ''Anlamıştı ki aşk, geniş, inkâr edilemez bir iyilik ve doğruluk kaynağı olduğu kadar, aşırılık ya da yanlış anlama halinde çirkinliklerin ve sahteliklerin de kaynağıdır,''¹² der Gonçarov ve onların aşkı da gitgide zehirli bir hal alır ve sadece onlara değil, herkese zarar verir. Çünkü bu aşk aşırıya kaçmıştır. ''Bey hemen son nefesinde katilin ciğerini koparmaya hazır yaralı bir asker gibi sinirli, gayet dehşetli, son derece acımasız bir hamleyle Dilâşub'un istekli zamanlarında gereğince koklamaya kıyamadığı o nazik saçlarına sarıldı. Can çekişme durumunda görülen bir hırıltılar kadar korkunç bir sedayla 'Benlerini kime gösterdin? Fahişe! Çağrı mektubunu kime yazdın? Melun!' diyerek zavallı kızın başını yanındaki duvara öyle bir çarptı ki vurmasıyla Dilâşub'un burnundan siyah kanlar dökülerek ölü gibi boylu boyunca yere yıkılması bir oldu.'' (s. 100) Dilâşub örneğinde görüldüğü gibi, Mehpeyker'in kötülüğü, sadece Ali Bey'le sınırlı kalmaz, hem Mehpeyker ve çevresine, hem de Ali Bey ve çevresine zarar verir. Çünkü kötülük, tıpkı virüs gibi, yayılabilen bir şeydir. Bunu Tolstoy'un ''Sahte Para Kuponu'' öyküsünde daha net görürüz. Sadece bir kötülük, bir sahte para kuponu, binlerce insanın hayatını etkiler. Kimilerini yalancı şahit, hırsız, katil yapar, kimilerinin de hayatını mahveder. Kötülüğün etki alanı iyiliğin etki alanından geniştir. Dilâşub da bundan nasibini almıştır. Dilâşub kısmen ütopik bir karakterdir. O, sorgusuz sualsiz âşık olur ve hemen gönlünü verir. Hem maddi hem manevi açıdan eşsizdir. Ütopiktir çünkü herkese ve her şeye karşı fedakârdır; aşkında da, hizmetinde de öyledir. Dilâşub, tıpkı Dirliş'teki Maslova'ya benzer. Çünkü ikisi de bir kadının erkekler yüzünden düşmüş olduğu durumun trajedisidir. Ali Bey'in Dilâşub'un iffetini hiç sorgulamadan bozulmuş addetmesi Othello'nun durumuna benziyor. Othello da Desdemona'nın (eşinin) iffetinin kirlendiğini, hemen, sorgulamadan kabul etmişti. Iago onun içine kıskançlık tohumlarını atmıştı ve o da bu tohumları yeşertmişti; sonra hem Desdemona, hem Othello, hem de Iago zarar görmüştü. İntibah'ta da bu tohumları Mehpeyker'in ve Abdullah Efendi'nin görevlileri ekiyor ve Ali Bey yeşertiyor. Zaten, tıpkı Othello oyununda olduğu gibi, sonda hem Dilâşub, hem Ali Bey, hem de Mehpeyker zarar görüyor. ''Az zamanda içki gibi, kumar gibi, kadına düşkünlük gibi zaman öldürecek ve zihni uyuşturacak kötülüklere meyil değil, kendisini tamamen verdi.'' (s. 109) Dilâşub ve Mehpeyker'den ayrılmış, hayatta bir başına kalmış Ali Bey'in bu ruh çözümlemesi özellikle güzeldir. Çünkü bu sadece Ali Bey'in değil, hem Zamanımızın Bir Kahramanı'ndaki Peçorin'in, hem de Ecinniler'deki Stavrogin'in ruh çözümlemesidir. Peçorin kısmen sefahatlere dalar fakat Stavrogin ve Ali Bey bunların içinde yüzerler. Fakat üçünün de bataklığa batma sebepleri aynıdır: amaçsızlık ve ruhsal boşluk. Onların bir amaçları yoktur ve ruhları artık büyük bir boşluktadır; bu amaçsızlıktan dolayı kendilerini aptallaştırmayı ve düşünmemeyi isterler, bundan dolayı sefahat alemlerine dalarlar. ''Bir amaç ve içinde bu amaca ulaşma isteği olmadan hiç kimse yaşayamaz,''¹³ der ya Dostoyevski. Onlar yaşayamıyordur ve bu ''yaşayamama'' durumu bizi romandaki trajik sona sürükler... Namık Kemal'in kitaptaki üslubu kötü değildi, her ne kadar bazen betimlemeleri ve olayları gereksiz uzun tutsa da (örneğin Ali Bey'in Mehpeyker'in köşküne gittiği bölüm) güzel bir üslubu vardı ve olayları iyi yönlendiriyordu. Kitaptaki karakterler ve tipler de çok güzeldi; hepsi edebî tipler havuzunda bir ''ikon'' görevi görüyor. ''Günümüz Türkçesi'' bazen sıkıntı çıkarabiliyordu (yazım yanlışları ya da ilginç cümleler çok vardı) fakat o da çok kötü değildi. Aslında romanın sonu bize kitapların önemini kanıtlar, çünkü kitaplar bize yol gösterir; bizim Ali Bey'e, Mehpeyker'e ya da Dilâşub'a dönüşmememizi sağlar. Bizim erken ''uyanış''ımızı tetikler ve bu romanda olduğu gibi bir trajedi yaşamamızı engeller fakat iç karışıklığımıza sebep olur. Bu da iyi bir şey midir, değil midir, sorgulamamızı sağlar. Ali Bey'e ya da herhangi başa birine dönüşmek artık bizim elimizdedir. Victor Hugo'nun dediği gibi: ''Manevi acının yanında fiziksel acının ne önemi var?''¹⁴ Faydam dokunduysa ne mutlu bana, keyifli ve verimli okumalar. EK: ¹(s. 17) ²(s. 25) ³(s. 27) ⁴(s. 31) ⁵(s. 31) ⁶(s. 50) ⁷(s. 50-51) ⁸Sefiller, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, I. cilt, s. 857 ⁹(s. 61) ¹⁰Sefiller, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, II. Cilt, s. 197 ¹¹Romeo ve Juliet, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 62 ¹²Oblomov, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 504 ¹³Ölüler Evinden Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 314 ¹⁴Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 11
İntibah
İntibahNamık Kemal · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202139.6k okunma
··1 quotes·
954 views
Yasemin okurunun profil resmi
Okuduğum (hatırladığım) bir kitabın yorumunu senden okumak çok keyifli oldu. Kitap üzerinde oldukça kafa yormuşsun belli ki emeğine sağlık. Yalnız Mehpeyker'inki şehveti aşk değil demişsin. Bana da öyle hissettirdi roman. Örneğin Abdullah Efendi'ye sen hiç aşık olmadın mı diye sorması, Ali Bey için bu kadar çaba harcaması vs. Ancak Namık Kemal bunun şehveti aşk olduğunu o kadar kereler vurgulamış ki (çünkü karakterde en ufak bir iyilik kırıntısı bulunmasını istemiyor anlaşılan). Üstüne basa basa bunu söylese de Mehpeyker'in duyguları yazarın anlatımını aşmış; Mehpeyker kötülük için kötülük yapan bir kadından ziyade aşkı için her şeyi yapan bir kadın karakter olmuş.
Fëanor okurunun profil resmi
Masumiyet öyle bir şeydir ki, insanı istemsizce kendine âşık eder; Mehpeyker başta Ali Bey'e olan duygularını kontrol edebiliyor fakat ''masumiyet'' onu çarpınca kontrolü kaybediyor. ''Biz romandaki karakterleri değil, romandaki karakterler bizi yönlendirir'' diyor George Steiner. Çok haklı, örneğin Dostoyevski Budala'daki Mışkin'in ne yapacağını kestiremez ve roman için birkaç son hazırlar, bunları taslaklarından görebiliyoruz. Romanlardaki karakterler canlıdır, hatta dünyadaki bazı insanlardan daha canlıdırlar; onların hem ruh hallerini, hem de yaşadıkları olayları görürüz. Yazarların da hayat felsefesini inceleriz. Ayrıca, senin de dediğin gibi, her ne kadar Namık Kemal Mehpeyker'i gömmek istese de, okuyucu onun şehevi bir aşkla değil, masum bir aşkla Ali Bey'e bağlandığını anlar. Yüz bulmayınca da bu aşk kirlenir. Bir diğer örnek de Ali Bey'e Namık Kemal'in ''akıllı'' demesi; ona hep aynı şeyi söyler fakat okuyucu Ali Bey'in pek de akıllı olmadığını anlar. Hatta romanda en çok Ali Bey'e değil, Mehpeyker'e sempati duyar. Namık Kemal romanın başlarında kendi yönlendirmiştir karakterleri fakat roman ilerledikçe kontrolü karakterler almıştır, çünkü onlar da bilinçlenmişlerdir; Namık Kemal'in karakterlerine söz geçirememesinin sebebi budur. Ben de en çok romanın yorumlanabilirliğini ve kıvrak yapısını beğendim; Ali Bey, Mehpeyker ve Dilâşub gibi her biri ''ikon'' olan karakterlerin macerasını okumak güzeldi, fakat şu da bir gerçek ki, bu roman 21. yüzyılda ya da 20. yüzyılın son çeyreğinde yazılsaydı pek de güzel olmazdı, çünkü eski romanları tekrar etmiş olurdu. Senin beğenmene çok sevindim. Zaman ayırıp, okuduğun için teşekkür ederim, var ol. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.