Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Evliliklerde, birine bir kızı verirken ona neredeyse bir ticaret malı gözüyle bakılırdı. Doğum kontrolü yasak olduğundan hamile değilken girilen her ilişkinin çocuk dünyaya getirmesi mümkündü. Bu nedenle doğumlarda çocuğun, annenin veya her ikisinin birden ölümü çok güçlü ihtimaldi. Aynı şekilde engelli çocuk doğma riski de yüksekti. Çocuk doğduktan sonra anne daima çocuk karşısında ikinci planda olur, çocuğun ihtiyaçlarını kendisininkine tercih ederdi. Her anneden çocuğunu emzirmesi beklenirdi. Yani kadının durumu hep ikincil ve başkalarına göreydi. Toplum kadına adeta, "Sen kendine sahip olamazsın, sana ben sahibim, sana hizmet etmenin dışında sen yoksun" diyordu. İşte Ortaçağ'da kadının kendisine yönelik bu beklentilerden kurtulmasının yolu Kiliseydi. Kadınlar, rahibeler sınıfına katılarak evlilikten, cinsel ilişkiden, çocuk doğurmaktan ve annelikten, tabii ki Mesih'in Gelini bir bakire olarak kalmak suretiyle, kurtuluyordu. Ayrıca Kilise kadınlara bireyselliklerini keşfedecekleri yeni yollar açıyordu. Kadınlar; evlilik, cinsellik ve çocuk gibi kadınlığın geleneksel alametlerinin reddedilmesiyle Kilise içerisinde yeni kimliklerini keşfediyorlardı. Ancak kadın, manastırın duvarları arasında evlilik ve onun sorumluluklarından kaçmaktan fazlasını yapıyordu. Aşırı asetizm, pişmanlık ve kendini feda etme kadın dindarlığının alametifarikası haline geliyor, nadide ve derin bir kadın dindarlığı ortaya çıkıyordu. Dindar kadınlar sadece tövbe duaları yapmakla ve bedenine işkence etmekle kalmıyorlar, yalnızca komünyon ekmeği ve şarapla idare ediyorlar, hastaların iltihaplarını içerek onların yaralarını tedavi ediyorlar ve bunun için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bu asetik uygulamalar bedenlerini zayıflatıp örseliyor ama ruhlarını uçuruyordu. Havada uçma, bedenin büyümesi ve stigmata gibi mistik ve paranormal hadiseler erkeklerden çok kadınlarda oluyordu. Kutsal kadınların ünleri de doğaüstü otoriteye dayanıyordu. Yiyecek ve yemek kadın sofu dindarlığının merkezi sembolü oluyordu. Kadınlar asetizmi sert bir şekilde uyguluyor, aşırı derece oruç tutup, yediklerinde de kendilerini kusturuyorlardı, yemeklerini bir ritüele çeviriyorlardı. Kadınlar yemeğin dışında Tanrı'ya yaklaşmak için kendilerini kırbaçlatmak, uyumamak, sıcak ortama girmemek gibi bedenini rahatsız edecek, konforu bitirecek her şeyi yapıyorlardı. Kendilerini başkalarına kurban etme fikri kadınlar arasında oldukça baskındı. Çoğu kadın kendini hayır işlerine adıyordu. Bunları kendi günahları ve insanlığın günahlarına kefaret olarak ve başkalarının cezasını paylaşmak olarak görüyorlardı. Ayrıca böylelikle Mesih'in çarmıhtaki acısını da taklit etmiş oluyorlar, taklit ederek de onunla birliği yakalıyorlardı. Şehvet, zayıflık ve irrasyonellik sembolü haline gelen beden böylelikle sorun olmaktan çıkıyordu. Yeme bozuklukları konusunda çok sayıda araştırmaya imza atan Granfikel ve Garner'e Anoreksiya Nervozalılarda ve Dini Açlık uygulamalarında da erkeklerdeki erkeğin lehine olan pasif, şehvetli, açık bir şekilde feminen karakteristiğe sahip kadın imajına karşı direnç söz konusudur. Anoreksiya nervozanın kontrol arayışından kaynaklandığını söyleyen A. Pittock da iki durumun birbiriyle aynı etiyolojiye dayandığını açıklamak amacıyla Sienalı Catherine'i örnek gösterir. Ona göre Catherine, başlarda kız kardeşinden dul kalan adamla evlendirilmek istenmesini protesto etmek amacıyla oruç tutuyordu. O dönemde kadınlar evlenip birinin karısı olmasından ziyade bakire kalırlarsa daha büyük bir özgürlük, güç ve saygı kazanıyorlardı. Catherine de bunu elde etmişti. Teolojisinin peşinden gitti ve Kilise'nin tek kadın doktoru oldu. Oysa bir eş veya annenin bunu yapmaya vakti olmazdı.
·
44 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.