Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

724 syf.
10/10 puan verdi
·
31 günde okudu
Tutunamayanlar ve ben. Ruhumun harmanlanmış duygularının içine oğuzcum atayın tutunamayanlar eserini katarak birazdan okuyacağınız yazıyı yazıyor ve aynı zamanda trt belgeselin hazırladığı oğuz atay ile ilgili olan hayat bir oyundur belgeselini dinliyorum. Sanırım şu an önümde yanan mum gibi eritiyorum zihnimi. Karmaşık bir yazı: tutunamayanlar ve ben belgeselime hoş geldiniz. Bu belgeselde bilerek yaptığım yazım hataları var. "Selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. 'Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu,' dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım İnsanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız.." diyor oğuz atay. Saçma bir girişle girerek, tüm okurlar gibi bende Oğuz Atay’ı tanıyordum ama henüz okuma şansına ulaşmamıştım diyeceğim… sanırım ilk defa kendisiyle Hakan Günday’ın Az kitabında tanışmış oldum. O kitabı okuyana kadar sadece ismiyle tanıyordum. Orada birazcık tanıştık. Sonra da bir gün tutunamayanları alıverdim işte. Sıranı bekle diyerek kitaplığıma koydum. Uzun bir süre orada duracak gibi hissetsem de öyle olmadı. Mart ayının ilk kitabısın diyerek kocaman heyecanla aldım elime. Aslında 9 gün içinde 600 sayfa kadar okumuştum lakin sonrasında araya giren 20 gün boşluk devam edememe sebep oldu. Günlerin alakasızlığını görerek sorunun kitapta olmadığını anlamışsınızdır. Bu okuyamadığım süre içerisinde bende tutunamayıp bir boşluğa düştüm. Şu an bu satırları yazarken aynı zamanda trt belgeselin oğuz atay için hazırladığı belgeseli dinliyorum. Demiştim. Sesi beni mest eden kadın şu satırları okuyor bana; “Biz yarışamayacak kadar yorgunduk. İstesek de yarışamazdık zaten. Bizi kötü yetiştirmişlerdi, yaşamak için gerekli eğitimi vermemişlerdi. Her gün biraz daha kendi kabuğumuza çekildik… ….tıpkı bize benzeyen oğuz atay. Tutunamayan, oyunlarla yaşayan, geleceği elinden alınmış beyaz mantolu adam. Biz gerçekten öyle miydik? Siz böyle miydiniz?” Belgeseli kapadım. İstemsizce hem dinleyip hem yazıyordum ama yazdığım şey anlamsız oluyordu. Bu iki işi aynı anda yapmak çok zor. Neyse işte. Kitapla aramıza uzun bir zaman girince olayları toparlamakta biraz zorlandım. Şu son üç günde oturdum ve dedim ki, bitir artık şunu! Ve az önce bitirdim. Mart ayının okunan tek kitabı. Aslında bahsedildiği gibi ağır gelmedi bana. Sadece şu noktalama işareti kullanılmayan bölümde biraz zorluk çektim. Zaten o zorluktan sonra ara verdik biraz… İnsan hayatının bazı anlarında böyle boşluğa düşer ya. Hiçbir şey yapmak istemez canı. Her şeyden midesi bulanır. Toparlayamam diye düşünür de çırpınıp durur. Ben şubat başındandır bu boşluğun içinde çırpınıp duruyordum. Martın ortalarına doğru da iyice o boşluğa gömüldüm ve kitabı da böylelikle bırakmış bulundum. O çukurdan çıkmaya çalışırken bu hesabı kapattım. Çünkü kendimi başka insanlara odaklayıp kendi düşüncelerimi bastırıyordum. Aslında bir süre daha açmayacaktım ama fark ettim ki düşüncelerimi çok bastırmışım, hem de o kadar bastırmışım ki ufacık bir iz bile bırakmamışım onları oradan çekip kurtarabilmek için. Bu yüzden dedim ki madem çıkaramıyorum sizi oradan, ölü kalın orada. E o zaman bu hesabın da kapalı kalmasına gerek yok. Ama yine de sadece paylaşım yaptığım sıralarda gireceğim hesaba. Bir süre daha insanların hayatlarını görmeye tahammülüm yok. Açıkçası şuraya uzun uzun tutunamayanların yorumunu da yazabileceğimi düşünmüyorum. Tutunamayanlar diyince insanların aklına bu kitapla ilgili bir sürü şey geliyor. Ben popüler kültüre maruz kalan insanların yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. Bu konudaki düşüncelerimi destekleyen ilk kişi van gogh’tu. Bknz eserlerini her yerde görmemiz. Hatta çoraplarda bile! Bu durum beni sinir edebiliyor. Ve maalesef oğuz atay’ın da günümüz yüzyılında popüler kültüre maruz kaldığını ve yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Ben anlıyor muyum? Sen? Öbürü? Sanmıyorum. Bence kimse kimseyi tam olarak anlayamıyor. Tanışmaktan memnun olduğumuz birçok insanı bizimle tanıştıran da popüler kültür olabiliyor. Tabii istisnai durumlar hariç. Ama yine de popüler kültürden tanıyıp anlamaya çalışmak her zaman en iyi yöntemdir. Hayatımda önemli bir yere sahip olan insanları henüz tam anlamıyla tanımıyorum. Van gogh, nazım hikmet, victor hugo, oğuz atay, zülfü livaneli vs vs.. uzayan bir liste… çünkü biliyorum ki oturup hayatlarını okuyarak tanıyamam onları. Ya da popüler kültüre ayak uydurup hiçbir şekilde neden yazıldı neden çizildi diye sormayarak paylaşamam da… sindirmeliyim onları, çok sevsem de bir anda tanıyamam. Adını bilmeliyim öncelikle. Eserlerini incelemeli, okumalıyım her hücremle. Hayatıma yaymalıyı, onları öyle tanımalıyım.. tüm ömrümde yer almalılar. Oğuz atay'ı tanımaya da bu kitapla adım attım. Bence tam doğru noktaya ayak basmış olmalıyım. Bu kitabı okudum ve bence okuyarak oğuz atayı biraz da olsun anlayabildim. Hatta bu kitapta tam olarak şundan emin oldum. Kitaplar hayatımızda hep var, karakterler var... aslında kitabın içindeki karakterleri ne kadar yazarlar yaratmış olsa da, noktasına virgülüne kadar her şeyin sahibi yazar olsa da karakterleri ve yazarı birbirinden ayrı tutuyoruz. Tabii bazen yazarın kendini de yansıttığını düşünebiliyoruz eğer okuduğumuz yazarı biraz olsun tanıyorsak. İşte ben bu kitabı oğuz atay'ı hiç tanımayarak okudum ve fark ettiğim şuydu. Ben ne selimi okuyorum ne de turgutu. oğuz atayı okuyorum dedim direkt. Öyle garip bir fark etmeydi işte. Ne çok uzattım, ne çok boş konuştum…. Koca 30 güne sığdırdığım bu kitap için ne konuştum? Hiçbir şey. Ama diyebilirim ki yeniden okuyacağım. Bunu mutlaka yapacağım çünkü yeterince anlamadığımı düşünüyorum, bu yüzden aslında doğru düzgün yorum yapmıyorum. Aslında çok da şey anladım ve zihnime yerleştirdim ama yeniden okumalı, yeniden okumalı muhakkak ve öyle yorum yazılmalı. Kitabı kat kat ifade etmiş insanlar var, onların yazılarını okuyun. Ben çok yanlış bir zamana geldim. Kendimle son bitirdiğim kitabı harmanladım, o yüzden aslında bir yorum olmadı. Şimdi 22.24’te bu 800 sözcüğü aşmış yazıyı bitirip fotoğrafını çekiyorum ve sayfaya atıyorum. Çok bir şeyi sorgulamıyorum aslında. Ne önemi var ki şu an kitapla ilgili düşüncelerimi yazıp yazmamamın. Kendimle boğuşuyorum ve o girdaba tutunamayanları da katıyorum ama yeni bir devir başlatıyorum. Tam da şu an, evet. Beceriksiz olurum belki. Günler geçecek, düşüncelerimle ve kendimle boğuşmaya devam edeceğim. Bu anlamsız satırlar da akıllardan silinecek. Öyle ya zaten çok sorgulamamak lazım bazı şeyleri. O yüzden siz de buraya kadar okuduysanız çok sorgulamayın beni. Sizinle tanıştığım için memnunum. Güzel geceler ve buraya kadar akıttığım zihnimi okuyabildiyseniz teşekkürler. Ekranlara değil de kocaman gökyüzüne sığabildiğimiz günlere…
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202061,5bin okunma
·
112 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.